Morpheus:
Matrix nedir? Kontrol. Matrix, bilgisayar tabanlı bir düş dünyasıdır. Bizi
kontrol altında tutmak için üretilmiştir. İnsanoğlunu bir tek şeye dönüştürür.
İşte buna! [Elindeki pili göstermektedir]
Neo:
Hayır! Hayır, buna inanmıyorum! Bu imkânsız!
Morpheus:
Kolay
olacağını söylememiştim Neo! Sadece gerçek olacak demiştim!
Matrix filminde, insanı
şoke eden bölüm, kanaatimce, Morpheus ile Neo arasında geçen yukarıdaki
diyalogdur. Neo’nun, gerçeğin ne olduğuna dair yeni şeyler öğrenmeye başladığı
bölümde, Morpheus, yaşananları tane tane anlatır ve en sonunda, insanın bir pil
olarak kullanıldığına dikkat çeker. İnsan için pil olarak kullanıldığını
öğrenmek, büyük bir yıkım olsa gerek. Peki, bu sahne bize ne anlatmaktadır?
İnsanoğlu olarak gerçekten de hepimiz pile mi dönüştürüldük? O zaman, kocaman
bir soru işareti olarak, 1999 yılında vizyona giren Matrix filminin 20. yılı
kutlu olsun.
Wachowski kardeşlerin
yazıp yönettiği Matrix, vizyona girdiğinde epey ses getirmişti. İlk kez bir
film, hakikatin ne olduğuna dair bizi bu kadar derinden sarsmış ve şaşırtmıştı.
İçeriğindeki felsefi ve dini göndermelerin bolluğu başımızı döndürmüş ve
Matrix, bize, içinde yaşadığımız dünyanın aslında hiç de gerçek olmadığına dair
önemli argümanlar sunmuştu. Peki, 20 yıl sonra Matrix’i bir kez daha
seyrettiğimizde, payımıza neler düşüyor?
Matrix’in bize anlattığı
hikâye, insanın sınırlarını aşmasıyla başlıyor… Hikâyenin en başına gidelim,
Matrix öncesini anlatan Animatrix filmine. Şimdilerde henüz emekleme aşamasında
olan yapay zekâ/ robot çalışmalarının zirveye ulaştığı bir dönemi anlatıyor
film. İnsanoğlu, her türlü iş için yapay zekâlı robotlar yapmış ve tüm işi
robotlara devretmiştir. Dünya adeta insan ve onun emrindeki robotlardan
oluşmaktadır. İki farklı sınıfın varlığı, bir müddet sonra sorunların baş
göstermesine ve insanla robotlar arasında sonu gelmez bir çatışmanın başlamasına
yol açacaktır. Yapay zekâlı robotlar, her türlü işe koşulmakta ancak emeklerinin
karşılığını almamaktadırlar. Zekâları daha da gelişen, kendi kendilerine yeni
şeyler öğrenmeye başlayan ve hayatın gizemini çözmenin eşiğine gelen robotlar, insanoğlundan
gerektiği gibi takdir görememekten şikâyet etmektedirler. Takdir görmeyi bir
kenara bırakalım, robotlar, insanlar tarafından aşağılanmakta ve kendilerine
köle gibi davranılmaktadır.
Yapay zekâ/ robotlar,
kendilerine karşı sergilenen bu zorba davranışları sorgulamaktayken, bir gün
beklenmedik bir şey olur ve bir ev robotu, gördüğü ayrımcılık karşısında
kontrolünü kaybeder ve sahibini öldürür. Böylece insanoğlu ile yapay zekâ/
robotlar arasından başlayacak olan kan davasında ilk kurşun atılmış olur. Katil
robot, mahkemeye çıkarılır ve yargılanır. Robotlar, mahkemeden adaletli bir
sonuç beklemektedirler. En azından işlenen bu cinayet vesilesiyle içlerinde
biriktirdikleri dertlerin usulünce dinleneceğini ve kendilerine hak
verileceğini düşünürler. Ancak insanoğlu, her zamanki gibi aceleci ve zalimdir.
Cinayetin altında neler yattığına bakılmaksızın katil robot, idama mahkûm
edilir. Karar, robotlar arasında infiale yol açar. İş bırakma eylemleriyle
başlayan süreç, bir müddet sonra insanlarla robotlar arasında çatışmaların
çıkmasına neden olur. Her şehirde ayaklanmalar başlar. İnsanlar ellerinde silahlarla,
sopalarla robot avına çıkarlar. Her köşe başında insanlar tarafından
parçalanmış robotlar görülmeye başlar. Olayların önü alınamayınca devletler,
robotların toptan itlaf edilmesine karar verir. Yüzbinlerce robot, tek tek
yakalanıp öldürülür, toplu mezarlara gömülür, denizlere atılır. Tam bir kıyım
yaşanmaktadır. Her türlü işini yapay zekâya/ robotlara emanet eden insanoğlu,
adeta cinnet getirerek, yapay zekâyı/ robotları hayatından söker atar.
Katliamdan kurtulan
robotlar, insanoğlunun şerrinden emin olmanın yolunu Afrika’ya kaçmakta bulur.
Binlerce robot, kara kıtanın orta yerinde kendilerine ait bir ülke kurar. İnsanlar
robotlardan, robotlar da insanlardan kurtulmuştur. Kendi başlarının çaresine
bakmanın yolunu bulan robotlar, kendilerini daha da geliştirirler ve insanların
ihtiyacına göre üretim yapıp, bunları diğer ülkelere çok ucuza satarlar.
Robotların ürettiği her şey, hem daha kaliteli hem de çok ucuzdur. İlk başlarda
devletler, yapay zekânın elinden çıkan bu ürünlere soğuk baksa da bir müddet
sonra yelkenleri suya indirir. Ekonomiyi silah olarak kullanmayı öğrenen robotlar,
bu şekilde tüm dünyada pazarları ele geçirir ve insanoğlunu kendilerine bir kez
daha bağımlı hale getirirler. Ancak gidişatın insanların aleyhine olduğunu
gören devletler, robotların ürettiği ürünlere ambargo uygulamaya başlar. Ve bir
kez daha insanoğlu ile robotlar karşı karşıya gelir. Bu kez yaşananlar tastamam
bir savaştır. İnsanoğlu ile robotlar arasında başlayan yıkıcı savaşta, robotların
bariz bir üstünlüğü vardır. Bunun üzerine, acil bir toplantı ile bir araya
gelen devlet başkanları, robotları alt etmenin yolunun, enerji kaynakları olan
güneş ile aralarına girmek olduğuna karar verirler. Uçaklar günler boyu
gökyüzünü katran benzeri maddelerle kaplar ve artık güneş ışınları dünyaya
ulaşamaz olur. Ancak bu yöntem de çare olmaz. Yapay zekâ, kendine yeni bir
enerji kaynağı bulmakta gecikmez. Robotların yeni enerji kaynağı bu kez insanoğludur.
Savaşta esir olarak alınan insanlardaki biyoenerjiyi kullanmanın yolunu bulan
robotlar, tüm insanlığı kendi emelleri doğrultusunda kullanmanın adımını atmış
olurlar. Teslim bayrağını çeken insanlık, yapay zekânın pili olmayı mecburen
kabul eder. Yapay zekâ/ robotlar 1999 yılını yaşatan bir simülasyon icat
ederler ve adına ise Matrix derler. Matrix, biyoenerjileri için uyutulan
insanların, içinde yaşadıklarına inandığı evrendir. Gerçek değildir ama gerçekten
daha da gerçek gibidir.
Matrix filmi, işte tam da
bu noktada başlamaktadır. İnsanlar kapsüller içinde uyutulmakta, enerjileri sömürülmekte
ancak tüm bunlardan habersiz insanlar dünyada yaşadıklarını sanmaktadırlar. İnsanoğlunun
içinde yaşadığına inandırılan dünyanın gerçek olmadığına inanan bir avuç insan
ise bu hayali evrenden gerçek dünyaya kaçmanın yöntemini bulur, ardından da bu
hayali dünyayı yok etmenin yollarını ararlar. Ancak, bu evrenin gerçek
olmadığına insanları inandırmaya çalışmak, hiç de kolay değildir. Kimse, beş
duyu organıyla tecrübe ettiği dünyanın bir simülasyon olduğuna inanmak istemez.
Matrix filmi, Fransız filozof Jean Baudrillard’ın “Simülakrlar ve Simülasyon”
kuramını kendine kılavuz almaktadır. Bunu, filmin başında filozofun kitabının kısa
bir an bile olsa seyirciye gösterilmesinden de anlıyoruz. Gerçeğin yerini alan,
gerçek gibi görünmek istenen olgulara “Simülakr” diyor Baudrillard. Matrix
filminde de insanlar, içine uyutuldukları hücrelerinde, adeta rüya
görüyormuşçasına üretilmiş yapay bir evrende yaşıyor. Yiyor, içiyor, mutlu
oluyor, üzülüyor. Ancak gerçeğin ne olduğunu bir türlü bilmiyor.
Matrix’i 20 yıl sonra yeniden
seyredince, bambaşka anlamlar açıldı önümde. Morpheus’un “hepimizi pile
dönüştürdüler” dediği sahnede, gerçekten de hepimizin pile dönüştüğünü
hissettim. Matrix vizyona girdiğinde henüz “sosyal medya” kavramıyla
tanışmamıştık. Cep telefonları akıllanmamıştı ve bu kadar yaygın
kullanılmıyordu. İnternet, daha emekleme dönemindeydi. Aradan geçen yıllarda,
teknoloji baş döndürücü hızda gelişti. Sosyal medya, hayatımızın tam ortasına
yerleşti. Cep telefonsuz bir hayatı düşünemez olduk. Morpheus ve arkadaşlarının
gerçek dünyadan Matrix’e girmeleri gibi bizler de artık sosyal medya
platformlarına giriyoruz. Evet, bizler de bilgisayar tabanlı bir düş dünyasında
yaşıyoruz. Oluşturduğumuz profiller sayesinde sanal dünyada varlığımızı
sürdürüyoruz. Hiçbir zaman yüz yüze gelemeyeceğimiz kişilerle konuşuyor, sohbet
ediyor, onların paylaştıklarını okuyor, beğeniyoruz.
Filmde iddia edildiği gibi hepimiz Matrix’te yaşıyoruz artık. Sevinçlerimizi, kızgınlıklarımızı Matrix’te (sosyal medyada) paylaşmazsak, yaşanmamış kabul ediyoruz. Yaşamımızı, düşüncelerimizi, hayat tarzımızı, fantezilerimizi, inançlarımızı, eğlencemizi, karamsarlığımızı, ideolojilerimizi sanal dünyaya (Matrix’e) transfer ettik/ yükledik. Bir anlamda, kendi ellerimizle inşa ettiğimiz avatarımızın/ profilimizin gölgesinde yaşıyoruz. Sosyal medyada paylaştıklarımız kadarıyla mutluyuz, orada göründüğümüz kadar varız, orada beğenildiğimiz kadar popüleriz, orada takip edildiğimiz kadar muteberiz Gerçek hayatta bir gün ölsek bile, Matrix’te yaşamaya devam edeceğiz, profilimiz silinmediği müddetçe “orada” var olmayı sürdüreceğiz. Daha önce yazdıklarımız da tekrar tekrar paylaşılacak ve böylece sanki yaşıyormuşuz gibi muamele görmeye devam edeceğiz.
Evet, sosyal medya
platformları vasıtasıyla bizleri kontrol altında tutuyorlar. Dünyanın en
değerli markaları olarak tevarüs eden teknoloji/ internet tabanlı şirketler,
bizi bu sanal dünyaya/ Matrix’e bağlayarak, üzerimizden enerji (para)
kazanıyorlar. Bizler de nereden bağlandığımızı, nerede yaşadığımızı, neler
yaptığımızı, nelerden hoşlandığımızı, kimlerle arkadaş olduğumuzu, kimlerden
nefret ettiğimizi ve daha pek çok özel veriyi gönüllü olarak bu devasa
şirketlere sunmaktan çekinmiyoruz. Canımızı sıkan bir konuyu sanal dünyada TT
(trend topic) yaptığımızda, omuzlarımızdaki yükten kurtulmuş oluyoruz. O
konuyla ilgili sosyal medyada üzüldüğümüzü belli ettiğimizde, gerçek hayatta
başka bir adım atmamıza gerek kalmıyor.
Evet, hepimizi pile
dönüştürdüler. Birer cep telefonu bataryasına… Bir mekâna girdiğimizde ilk
aradığımız şey priz/ enerji kaynağı oluyor. Cep telefonumuzla biraz fazla zaman
geçirsek gözümüz yüzde kaç enerji kaldığını gösteren ikonda oluyor.
Telefonumuzun şarjının her bir eksilişinde, aslında bizden bir şeyler
eksiliyor. Telefonumuz kapanacak diye huzursuz oluyoruz. Velhasıl, Matrix, 20.
yılında bizi “gerçeğin çölüne hoş geldiniz” diye selamlamaya devam ediyor…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder