Yaş akar gözüm sızlar /Ne
kalır gerisine /Herkesin bir derdi var /Durur içerisinde... Volkan Konak’ın en
bilinen, en hüzünlü şarkısından bir dörtlükle girdim yazıya. Annem çok severdi
bu şarkıyı. En çok da “herkesin bir derdi var durur içerisinde” mısrasını
mırıldanırdı. Eminim bu şarkının tamamını baştan sona hiç dinlemedi. Şarkının
neyden bahsettiğini dahi bilmiyordu belki de ama bu mısra onun için çok şey
ifade ediyordu. Canı bir şeye sıkıldığında, birine hüzünlendiğinde “herkesin
bir derdi var durur içerisinde” derdi, susardı.
Nedense benim de dilime
takılır bu şarkı. Bir nevi annemden miras… 15 Mayıs akşamı hastaneye kaldırdık
annemi. Üçüncü felcini geçirdiğini bilmiyorduk. “Bana bir şey oluyor” dediğinde,
kardeşimle birlikte koluna girmiştik bile. Annemden duyduğum son cümle babamın
adı oldu; “İbrahim bana bir şey oluyor” dedi, sustu… Ağzı kapandı, gözleri
kapandı, bilinci kapandı. Hastaneye yatırdık. 45 gün boyunca hiç değişmedi
durumu. Bilinci hep kapalıydı. Konuşmadı. Duymadı. Bir “ah” bile demedi. Her
Pazar ziyaretine gittiğimde bir bebek gibi yatışını izler, ağarmış saçlarını
okşar, ellerinden öper, yanaklarını sever dönerdim eve… Yaş akar gözüm sızlar
/Ne kalır gerisine /Herkesin bir derdi var /Durur içerisinde...
Takvim yaprakları
Haziran’ın 30’unu gösterdiği günün sabahı, yoğun bakımdaki 46. gününde
hastaneden arayıp “annenizin durumu kritik” dediler. Biz hastaneye varana kadar
gitti annem… Helalleşemeden… Dertleşemeden… Son nefesinde yanında olamadan…
İnsanın annesi ölünce, ne diyeceğini bilemiyor. Ne düşüneceğini. Ne
hissedeceğini. Ne yapacağını… Anneler evlatlarını dünya hayatında her şeye
hazırlıyor da, bir bu veda’ya hazırlıksız yakalanıyor evlatlar. Yapayalnız
kalıveriyor insan. “Çektiği acılar günahlarına kefaret olsun” diye ağlıyorsun
sadece. "Günahlarını görmesinler, yaptığı iyi amelleri hatırlasınlar.
Ahiret yurdunda hiç zahmet çekmesin" istiyorsun. Kusurları örtülsün,
günahları dökülsün, yanlışları silinsin istiyorsun. Yoksa ötesini yüreğini
kaldırmayacağını iyi biliyorsun.
Ertesi gün annemi kendi
ellerimle koydum kabrine. Kefen bağlarını çözdüm. Yönü kıbleye dönük kalsın
diye, sırtına toprağını ben belerttim. Canından, kanından, ruhundan, kaderinden
karıldığım annemi toprağın bağrına emanet ettim. Bir evladın annesine vedası
oluyormuş bu. Yaşayınca öğrendim. Sonrasında ne kadar da gitsen yanına, ilk
günün vedası bir başka oluyormuş. Sonradan fark ediyor insan. Her hafta sonu gitsem
de yanına, her gün biraz daha uzaklaşıyor annem benden. Günler bir bir
eskidikçe, hatıralar daha bir ağır basıyor. Toprağa verdiğim ilk günü hiç
unutamıyorum... Yaş akar gözüm sızlar /Ne kalır gerisine /Herkesin bir derdi
var /Durur içerisinde...
Annem bu dünyadan gideli
tam 3 ay oldu. Onsuz 90. günü devirdik. Sancaktar dergisine ilk yazımı yazmak
için masama geçtiğimde, aklımda bin tane farklı konu vardı; Suriye’den Mısır’a,
R4bia’dan Esma’ya farklı konular için besmele çekmeye niyetlenmiştim. Ama
olmadı. Yaş akar gözüm sızlar /Ne kalır gerisine /Herkesin bir derdi var /Durur
içerisinde... Mısraları gelip konuverdi dilime. Annem gelip konuverdi hatırıma.
Annemi yazmadan başka bir konuya değinmek gelmedi içimden. Eğer kabul ederseniz
Suriye’de, Mısır’da, Filistin’de, Afganistan’da, Arakan’da, Doğu Türkistan’da
annesini kendi elleriyle toprağa vermek zorunda kalan evlatlar adına yazmış
olayım ben yazıyı.
Not I: Bu yazı haftalık Sancak Dergisinin 40. sayısında yayınlandı. (04-10 Ekim 2013)
Not II: Fotoğrafta vefatından 7 ay önce annem ve en küçük torunu oğlum Görkem Çelebi Akbaş.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder