15 Temmuz şehitlerini
rahmetle, gazilerini minnetle anarak başlayalım söze. Rabbim, 100 yılda bir
yaşanacak bir musibet verdi, bu millet o musibet içerisinden muhteşem bir
hikâye çıkardı. 60 darbesinde evinden çıkmayan, 80 darbesinde perdenin ardından
sokağa bakan, 28 Şubat’ta dişlerini sıkan bu millet, 15 Temmuz akşamında “hangi
çılgın bana zincir vuracakmış şaşarım/ kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner
aşarım” diyerek eşine az rastlanır bir destana imza attı. 15 Temmuz akşamı,
karanlığın en koyusunu yaşamaya hazırlanırken, aydınlık bir sabaha ulaşmamızı
sağlayan rabbime sonsuz şükürler olsun.
Darbe söylentisinin ilk
duyulduğu anda sosyal medyadan tepkisini veren, darbeye karşı restini çeken,
abdestini alıp Türk bayrağıyla sokağa çıkan milyonlar, hepimizi bu topraklar
adına bir kez daha umutlandırdı. Bu toprakların dedelerinden, ninelerinden,
kadınlarından, erkeklerinden, çocuklarından umudunu kesen her kim varsa, 15
Temmuz akşamında hakikatin bambaşka bir tezahürü olduğunu gördü. İlk gecede hiç
düşünmeden kararını bu milletten, bu topraklardan, bu ülkeden yana yapanlarla;
sonrasında havayı koklayıp, işi garantiye alıp asayiş berkemal olunca meydana
çıkanlar arasında dağlar kadar fark olduğunu hiçbir zaman unutmayacağız.
Darbecileri durdurmak için canından, malından vazgeçenlerle sonrasında bunun
edebiyatını yapanları, bunun cakasını satanları, bunun sefasını sürenleri aynı
kefeye koymayacağız. 15 Temmuz akşamında darbe haberini alır almaz üstünü bile
değiştirmeden pijamasıyla sokağa çıkıp ilk gördüğü tankın önüne yatanlarla, kurşunlara
aldırmadan yürüyenlerle, o gece evinden dışarı adım atmayıp saklananları bir
tutmayacağız.
15 Temmuz akşamında tüm
Türkiye tek bir sloganla yankılandı: Ya Allah, Bismillah, Allahuekber… Darbe
girişiminin ilk saatlerinde tavrını açıkça bu milletten yana koyan Devlet
Bahçeli sayesinde ülkücü camia, sokaklarda darbecilere karşı en önde saflarda
yer aldı. Üç hilalli bayraklarıyla, kurt başı el işaretleri ve dillerinde Ya
Allah, Bismillah, Allahuekber sloganlarıyla bu ülkenin karanlığını aydınlığa
çevirmede başrolü oynadılar. Bu duruşlarını hiçbir zaman unutmayacağız. “Vatanseverlik
nedir?” sorusunun cevabını ete kemiğe büründürdüler. Zor zamanda konuşmanın
önemini hatırlattılar. Söz konusu vatan ise gerisi teferruattır sözünü hayata geçirdiler.
O akşam en ön safta yer
alıp, tanka, silaha, bombaya karşı ülkesini savunanlar arasında Saadet
Partisi’nden yiğitler de vardı. Ve onlardan 15’i darbecilerin kurşunları ile
şehit düştü. Belki daha o akşam haberleri izlerken Ak Parti’yi, Erdoğan’ı
eleştirmişlerdi ama darbe yapılacağını haber alır almaz parti rozetlerini bir
kenara bırakıp meydanlara atıldılar. Onlar, 28 Şubat’ta bu millete yapılanın
aynısının hatta daha fazlasının 15 Temmuz sonrasında yapılacağını bildikleri
için çıktılar sokaklara. O dönemde Erbakan yalnız bırakılmıştı, bugün de
Erdoğan aynı akıbete uğramasın diye kurşunlara siper oldular. Milli Gençlik
Vakfı’nda, Anadolu Gençlik Derneği’nde öğretilen vatan sevgisinin, bayrak
sevgisinin, ümmet bilincinin gereğini yerine getirdiler.
Şimdi temizlik zamanı…
Bir yandan şehitlerimizin aziz hatıralarını yâd edeceğiz bir yandan da ülkemizi
bu FETÖ’cü hainlerden tek tek temizleyeceğiz. TSK içerisinde yuvalanan,
emniyete, yargıya, diğer önemli kurumlara çöreklenen bu yapı, buralardan bir
daha geri gelmeyecek şekilde sökülüp atılmalı. Bu yetmez. TSK başta olmak üzere
tüm kurumların tertemiz, ferah, şeffaf ve emin kalabilmesi için buraların
tamamen, ardına kadar millete açılması gerekiyor. Bu milletin çocukları hiçbir
sınırlamaya uğramadan, hak ettiği şekilde bu kurumlarda yerini almalı. FETÖ
gibi sinsilerin bu kurumlara sızmasını engellemek için bu kurumlar milletin tüm
ferdine açık olmalı. Bu ülkenin çocukları, bu iklimin çocukları, bu toprakların
çocukları buralarda özgürce ve kendi benlikleriyle yer almalı. Bu kurumlar;
ezandan, saladan, camiden, mehter marşından, tekbirden, başörtüsünden
korkanlara değil, bunlar için canını verecek olanlara açılmalı. Bu kurumlarda
halkına tepeden bakanlar değil, halkıyla omuz omuza olanlar istihdam edilmeli.
Askerle milleti buluşturun, bu iki değeri bir birine kavuşturun. “Rütbe omuzda
duran değildir, yürekte olandır” anlayışıyla hareket edenleri baş tacı edin.
Karanlık odaklara, kökü dışarda olanlara hizmet edenlere değil, bu millete
hizmet edecek insanlara makam mevki, rütbe verin.
7 Şubat 2012’de Mit
Müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılması ile başlayan, Haziran 2013’deki
Gezi Kalkışması ile alenileşen, 17-25 Aralık ile keskinleşen savaş, inşallah,
15 Temmuz 2016’da yepyeni bir merhaleye evirilmiş oldu. 40 yıl boyunca bu
ülkeyi, bu ülkenin kurumlarını saran şer şebekesi son kalkışması ile intihar
ettiğini cümle âleme gösterdi. Mücadele bitmedi, kıyamete kadar devam edecek.
Bundan sonra daha uyanık olacağız. Feraset sahibi olacağız. Her mevzuda kılı
kırk yaracağız. Kimseye aklımızı kiraya vermeyeceğiz. Her “Allah” diyene kul
köle olmayacağız. Her bebek yüzlüye kanıp, benliğimizi her koşulda ona teslim
etmeyeceğiz. Soracağız, sorgulayacağız.
Bu darbe girişimi ile bir
şeyi de kafamıza mıh gibi çaktık; bundan böyle oğullarımızı, kardeşlerimizi,
yeğenlerimizi askere gönderirken onlara şunu söyleyeceğiz: Eğer sizi darbe
yapmak için, millete kurşun sıkmak için zorla sokağa çıkarırlarsa, ilk fırsatta
üniformanı çıkar ve halkın arasına karış...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder