21 Mart 2020 Cumartesi

Bir “Matrix” alanı olarak sosyal medya


Morpheus: Matrix nedir? Kontrol. Matrix, bilgisayar tabanlı bir düş dünyasıdır. Bizi kontrol altında tutmak için üretilmiştir. İnsanoğlunu bir tek şeye dönüştürür. İşte buna! [Elindeki pili göstermektedir]
Neo: Hayır! Hayır, buna inanmıyorum! Bu imkânsız!
Morpheus: Kolay olacağını söylememiştim Neo! Sadece gerçek olacak demiştim!

Matrix filminde, insanı şoke eden bölüm, kanaatimce, Morpheus ile Neo arasında geçen yukarıdaki diyalogdur. Neo’nun, gerçeğin ne olduğuna dair yeni şeyler öğrenmeye başladığı bölümde, Morpheus, yaşananları tane tane anlatır ve en sonunda, insanın bir pil olarak kullanıldığına dikkat çeker. İnsan için pil olarak kullanıldığını öğrenmek, büyük bir yıkım olsa gerek. Peki, bu sahne bize ne anlatmaktadır? İnsanoğlu olarak gerçekten de hepimiz pile mi dönüştürüldük? O zaman, kocaman bir soru işareti olarak, 1999 yılında vizyona giren Matrix filminin 20. yılı kutlu olsun.
Wachowski kardeşlerin yazıp yönettiği Matrix, vizyona girdiğinde epey ses getirmişti. İlk kez bir film, hakikatin ne olduğuna dair bizi bu kadar derinden sarsmış ve şaşırtmıştı. İçeriğindeki felsefi ve dini göndermelerin bolluğu başımızı döndürmüş ve Matrix, bize, içinde yaşadığımız dünyanın aslında hiç de gerçek olmadığına dair önemli argümanlar sunmuştu. Peki, 20 yıl sonra Matrix’i bir kez daha seyrettiğimizde, payımıza neler düşüyor?
Aquaman'den The Matrix 4'a transfer oldu
Matrix’in bize anlattığı hikâye, insanın sınırlarını aşmasıyla başlıyor… Hikâyenin en başına gidelim, Matrix öncesini anlatan Animatrix filmine. Şimdilerde henüz emekleme aşamasında olan yapay zekâ/ robot çalışmalarının zirveye ulaştığı bir dönemi anlatıyor film. İnsanoğlu, her türlü iş için yapay zekâlı robotlar yapmış ve tüm işi robotlara devretmiştir. Dünya adeta insan ve onun emrindeki robotlardan oluşmaktadır. İki farklı sınıfın varlığı, bir müddet sonra sorunların baş göstermesine ve insanla robotlar arasında sonu gelmez bir çatışmanın başlamasına yol açacaktır. Yapay zekâlı robotlar, her türlü işe koşulmakta ancak emeklerinin karşılığını almamaktadırlar. Zekâları daha da gelişen, kendi kendilerine yeni şeyler öğrenmeye başlayan ve hayatın gizemini çözmenin eşiğine gelen robotlar, insanoğlundan gerektiği gibi takdir görememekten şikâyet etmektedirler. Takdir görmeyi bir kenara bırakalım, robotlar, insanlar tarafından aşağılanmakta ve kendilerine köle gibi davranılmaktadır.

Yapay zekâ/ robotlar, kendilerine karşı sergilenen bu zorba davranışları sorgulamaktayken, bir gün beklenmedik bir şey olur ve bir ev robotu, gördüğü ayrımcılık karşısında kontrolünü kaybeder ve sahibini öldürür. Böylece insanoğlu ile yapay zekâ/ robotlar arasından başlayacak olan kan davasında ilk kurşun atılmış olur. Katil robot, mahkemeye çıkarılır ve yargılanır. Robotlar, mahkemeden adaletli bir sonuç beklemektedirler. En azından işlenen bu cinayet vesilesiyle içlerinde biriktirdikleri dertlerin usulünce dinleneceğini ve kendilerine hak verileceğini düşünürler. Ancak insanoğlu, her zamanki gibi aceleci ve zalimdir. Cinayetin altında neler yattığına bakılmaksızın katil robot, idama mahkûm edilir. Karar, robotlar arasında infiale yol açar. İş bırakma eylemleriyle başlayan süreç, bir müddet sonra insanlarla robotlar arasında çatışmaların çıkmasına neden olur. Her şehirde ayaklanmalar başlar. İnsanlar ellerinde silahlarla, sopalarla robot avına çıkarlar. Her köşe başında insanlar tarafından parçalanmış robotlar görülmeye başlar. Olayların önü alınamayınca devletler, robotların toptan itlaf edilmesine karar verir. Yüzbinlerce robot, tek tek yakalanıp öldürülür, toplu mezarlara gömülür, denizlere atılır. Tam bir kıyım yaşanmaktadır. Her türlü işini yapay zekâya/ robotlara emanet eden insanoğlu, adeta cinnet getirerek, yapay zekâyı/ robotları hayatından söker atar.

Katliamdan kurtulan robotlar, insanoğlunun şerrinden emin olmanın yolunu Afrika’ya kaçmakta bulur. Binlerce robot, kara kıtanın orta yerinde kendilerine ait bir ülke kurar. İnsanlar robotlardan, robotlar da insanlardan kurtulmuştur. Kendi başlarının çaresine bakmanın yolunu bulan robotlar, kendilerini daha da geliştirirler ve insanların ihtiyacına göre üretim yapıp, bunları diğer ülkelere çok ucuza satarlar. Robotların ürettiği her şey, hem daha kaliteli hem de çok ucuzdur. İlk başlarda devletler, yapay zekânın elinden çıkan bu ürünlere soğuk baksa da bir müddet sonra yelkenleri suya indirir. Ekonomiyi silah olarak kullanmayı öğrenen robotlar, bu şekilde tüm dünyada pazarları ele geçirir ve insanoğlunu kendilerine bir kez daha bağımlı hale getirirler. Ancak gidişatın insanların aleyhine olduğunu gören devletler, robotların ürettiği ürünlere ambargo uygulamaya başlar. Ve bir kez daha insanoğlu ile robotlar karşı karşıya gelir. Bu kez yaşananlar tastamam bir savaştır. İnsanoğlu ile robotlar arasında başlayan yıkıcı savaşta, robotların bariz bir üstünlüğü vardır. Bunun üzerine, acil bir toplantı ile bir araya gelen devlet başkanları, robotları alt etmenin yolunun, enerji kaynakları olan güneş ile aralarına girmek olduğuna karar verirler. Uçaklar günler boyu gökyüzünü katran benzeri maddelerle kaplar ve artık güneş ışınları dünyaya ulaşamaz olur. Ancak bu yöntem de çare olmaz. Yapay zekâ, kendine yeni bir enerji kaynağı bulmakta gecikmez. Robotların yeni enerji kaynağı bu kez insanoğludur. Savaşta esir olarak alınan insanlardaki biyoenerjiyi kullanmanın yolunu bulan robotlar, tüm insanlığı kendi emelleri doğrultusunda kullanmanın adımını atmış olurlar. Teslim bayrağını çeken insanlık, yapay zekânın pili olmayı mecburen kabul eder. Yapay zekâ/ robotlar 1999 yılını yaşatan bir simülasyon icat ederler ve adına ise Matrix derler. Matrix, biyoenerjileri için uyutulan insanların, içinde yaşadıklarına inandığı evrendir. Gerçek değildir ama gerçekten daha da gerçek gibidir.

Matrix filmi, işte tam da bu noktada başlamaktadır. İnsanlar kapsüller içinde uyutulmakta, enerjileri sömürülmekte ancak tüm bunlardan habersiz insanlar dünyada yaşadıklarını sanmaktadırlar. İnsanoğlunun içinde yaşadığına inandırılan dünyanın gerçek olmadığına inanan bir avuç insan ise bu hayali evrenden gerçek dünyaya kaçmanın yöntemini bulur, ardından da bu hayali dünyayı yok etmenin yollarını ararlar. Ancak, bu evrenin gerçek olmadığına insanları inandırmaya çalışmak, hiç de kolay değildir. Kimse, beş duyu organıyla tecrübe ettiği dünyanın bir simülasyon olduğuna inanmak istemez. Matrix filmi, Fransız filozof Jean Baudrillard’ın “Simülakrlar ve Simülasyon” kuramını kendine kılavuz almaktadır. Bunu, filmin başında filozofun kitabının kısa bir an bile olsa seyirciye gösterilmesinden de anlıyoruz. Gerçeğin yerini alan, gerçek gibi görünmek istenen olgulara “Simülakr” diyor Baudrillard. Matrix filminde de insanlar, içine uyutuldukları hücrelerinde, adeta rüya görüyormuşçasına üretilmiş yapay bir evrende yaşıyor. Yiyor, içiyor, mutlu oluyor, üzülüyor. Ancak gerçeğin ne olduğunu bir türlü bilmiyor.

Matrix’i 20 yıl sonra yeniden seyredince, bambaşka anlamlar açıldı önümde. Morpheus’un “hepimizi pile dönüştürdüler” dediği sahnede, gerçekten de hepimizin pile dönüştüğünü hissettim. Matrix vizyona girdiğinde henüz “sosyal medya” kavramıyla tanışmamıştık. Cep telefonları akıllanmamıştı ve bu kadar yaygın kullanılmıyordu. İnternet, daha emekleme dönemindeydi. Aradan geçen yıllarda, teknoloji baş döndürücü hızda gelişti. Sosyal medya, hayatımızın tam ortasına yerleşti. Cep telefonsuz bir hayatı düşünemez olduk. Morpheus ve arkadaşlarının gerçek dünyadan Matrix’e girmeleri gibi bizler de artık sosyal medya platformlarına giriyoruz. Evet, bizler de bilgisayar tabanlı bir düş dünyasında yaşıyoruz. Oluşturduğumuz profiller sayesinde sanal dünyada varlığımızı sürdürüyoruz. Hiçbir zaman yüz yüze gelemeyeceğimiz kişilerle konuşuyor, sohbet ediyor, onların paylaştıklarını okuyor, beğeniyoruz.


Filmde iddia edildiği gibi hepimiz Matrix’te yaşıyoruz artık. Sevinçlerimizi, kızgınlıklarımızı Matrix’te (sosyal medyada) paylaşmazsak, yaşanmamış kabul ediyoruz. Yaşamımızı, düşüncelerimizi, hayat tarzımızı, fantezilerimizi, inançlarımızı, eğlencemizi, karamsarlığımızı, ideolojilerimizi sanal dünyaya (Matrix’e) transfer ettik/ yükledik. Bir anlamda, kendi ellerimizle inşa ettiğimiz avatarımızın/ profilimizin gölgesinde yaşıyoruz. Sosyal medyada paylaştıklarımız kadarıyla mutluyuz, orada göründüğümüz kadar varız, orada beğenildiğimiz kadar popüleriz, orada takip edildiğimiz kadar muteberiz Gerçek hayatta bir gün ölsek bile, Matrix’te yaşamaya devam edeceğiz, profilimiz silinmediği müddetçe “orada” var olmayı sürdüreceğiz. Daha önce yazdıklarımız da tekrar tekrar paylaşılacak ve böylece sanki yaşıyormuşuz gibi muamele görmeye devam edeceğiz.
Evet, sosyal medya platformları vasıtasıyla bizleri kontrol altında tutuyorlar. Dünyanın en değerli markaları olarak tevarüs eden teknoloji/ internet tabanlı şirketler, bizi bu sanal dünyaya/ Matrix’e bağlayarak, üzerimizden enerji (para) kazanıyorlar. Bizler de nereden bağlandığımızı, nerede yaşadığımızı, neler yaptığımızı, nelerden hoşlandığımızı, kimlerle arkadaş olduğumuzu, kimlerden nefret ettiğimizi ve daha pek çok özel veriyi gönüllü olarak bu devasa şirketlere sunmaktan çekinmiyoruz. Canımızı sıkan bir konuyu sanal dünyada TT (trend topic) yaptığımızda, omuzlarımızdaki yükten kurtulmuş oluyoruz. O konuyla ilgili sosyal medyada üzüldüğümüzü belli ettiğimizde, gerçek hayatta başka bir adım atmamıza gerek kalmıyor.

Evet, hepimizi pile dönüştürdüler. Birer cep telefonu bataryasına… Bir mekâna girdiğimizde ilk aradığımız şey priz/ enerji kaynağı oluyor. Cep telefonumuzla biraz fazla zaman geçirsek gözümüz yüzde kaç enerji kaldığını gösteren ikonda oluyor. Telefonumuzun şarjının her bir eksilişinde, aslında bizden bir şeyler eksiliyor. Telefonumuz kapanacak diye huzursuz oluyoruz. Velhasıl, Matrix, 20. yılında bizi “gerçeğin çölüne hoş geldiniz” diye selamlamaya devam ediyor…

[Bu yazı 16.04.2019 tarihinde Karar gazetesinin Görüşler sayfasında yayımlandı]

Hiç yorum yok: