Her kış geldiğinde, aklıma Bosna
savaşı düşüverir. Soğukların insanı üşütmeye başlaması ile birlikte Bosna’da
yaşanan dramı hatırlarım. Su bidonları yüklü kızakları hatırlarım. Kazak üstüne
kazak giymiş ama ölümüne üşüyen sarışın çocukları hatırlarım. Beyaz örtülü
dağlardan Saraybosna’ya yağdırılan ölümleri hatırlarım… Keskin nişancıların
kurşunlarından kaçmak için hiç durmamacasına caddelerde koşan iyi giyimli
Saraybosnalıları hatırlarım. Bosna savaşı; hep soğuk bir kışı, soğuk bir kış
ise Beyaz Zambaklar ülkesindeki dramı hatırlatır bana.
11 yaşında şahit olduğum bu
savaş, beni olgunlaştıran bir öğretmen görevi gördü. 3 sene boyunca hiç
bitmeyen bir savaşa uzaktan da olsa tanık olmanın vebali ile yaşadım. Savaşa
dair gördüğüm manzaraları çocuk aklımla çözmeye çalıştım, ama hayır hiç birini çözemedim…
Şimdi geriye dönüp bakınca savaşın üzerinden tam 18 yıl geçmiş. Oysa daha dün
gibiydi. Ekranlardan gördüğümüz manzaralar, gazete sayfalarından okuduğumuz hikâyeler
anlatılacak gibi değildi. Toplama kamplarında bir deri bir kemik kalmış
erkekler, ağlamaktan kan çanağına dönmüş gözleri ile yollara düşmüş kadınlar, pazar
yerinde alış veriş yaparken düşen bir bombayla ağır yaralanmış halde yardım
isteyen insanlar… Ve umutsuzluğun dip yaptığı zamanlarda halkına umut, heyecan
ve inanç fısıldayan bir adam: Alija İzzetbegoviç…
Tüm bunları “Kurşunların da rengi
var” adlı kitabı okuyunca yeniden yaşadım. Türkiye’de yaşayan Bosnalı gazeteci
Emine Şeçeroviç Kaşlı, yazdığı bu ilk kitabında; 7 yaşında iken yakalandığı ve
3 yıl boyunca iliklerine kadar yaşadığı savaşı anlatmış. Avrupa’nın orta
yerinde, o zamana kadar kardeş ve dost bildikleri Sırplar tarafından maruz
bırakıldıkları vahşeti, çocuk gözüyle anlatmış Emine. Kitabı okurken ister
istemez bugüne, Suriye’ye gitmek zorunda kaldım. Keskin nişancıların insan avı,
aç susuz geçirilen günler, şehirlere düşen bombalar, ölümler, yaralanmalar,
katliamlar… 90’larda Bosna’da ne yaşandıysa şimdi aynısı Suriye’de hayata
geçiyor. O zaman nasıl dünya Bosna’daki katliama sessiz kaldıysa, bugün de yine
aynı dünya, Suriye’ye kör ve sağır. “Etrafta yorumlar yapılıyordu; Dünya izin
vermez savaşa, kurtarırlar bizi kesin, uzun sürmez yakında biter diye. İnsanlar
hala gerçeği kabul etmek istemiyordu. Bilemezdik dünyanın savaşı film gibi
izleyeceğini. Daha düne kadar komşu olduklarımızın dağdan bize ateş
edeceklerini… ” Kitapta yer alan bu cümle, 18 yıl önce Boşnaklar tarafından
kurulmuş, ama şimdi aynısını Suriyeliler dillendiriyor. Aradan yıllar geçmiş ama
acı aynı, ihanet aynı, vurdumduymazlık aynı, yalnızlık aynı… 3 yıl boyunca Sırp
ateşi altında ölüm kalım mücadelesi veren Boşnaklar ve şimdi 3 yıl boyunca Baas
rejiminin ateşi altında ölüm kalım mücadelesi veren Suriye halkı. Ne acıdır ki;
dün topyekûn Boşnakların yanında yer alan İslam dünyası, bugün aynı duyarlılığı
Suriye halkından esirgiyor.
“Bu kitap bir ajitasyon değil”
diyerek başlıyor kitaba Emine Şeçeroviç Kaşlı. Gerçekten de okuyanı salya sümük
ağlatmak, Boşnakları acındırmak, savaşı doğaüstü bir konuma getirmek gibi bir
niyetinin olmadığını sayfalar ilerledikçe keşfediyorsunuz. Kitap, baştan sona,
savaşta bir insan nasıl yaşar? sorusunun cevabı aslında. En zor şartlarda dahi
umudunu yitirmeyen, en olumsuz durumlarda dahi inancından güç alan insanların
düşmanına, savaşa, dünyaya meydan okuması. Ağabeyini bir bombardımanda şehadete
uğurlayan, okullarını ziyarete gelen Bilge Kral’ın karşısında içi içine sığmaz
bir halde şiir okuyan, Sırp komşularına karşı çocukça suikastlar planlayan,
“dünyanın her yerinde savaş vardır” deyip, Saraybosna’yı terk etmek istemeyen
küçük bir kızın kitabı bu. Bosna savaşını unutmamak, Suriye savaşını hatırlamak
adına bu kitabı okumak lazım…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder