15 Mart 2012 Perşembe

Adem Özköse ve Hamit Coşkun'a özgürlük

18 mart 2011’de suriye’de başlayan halk ayaklanmasının üzerinden bir yıl geçti.
gayriresmi rakamlara göre içinde çocukların da olduğu 20 binden fazla insan beşar esad’a bağlı silahlı güçler tarafından katledildi.
dünya kamuoyu aradan bir yıl geçmesine rağmen komşumuz suriye’deki bu vahşeti görmezden geldi. halen aynı duyarsızlık devam ediyor.
suriye’de yaşanan dramı dünyaya duyurmak için gazeteci arkadaşlarımız adem özköse ve hamit coşkun bir hafta önce idlib’e gittiler.
amaçları baas rejiminin dünyayla irtibatını kopardığı yardıma muhtaç suriyelilerin sesini dünyaya duyurmaktı.
arkadaşlarımız son olarak 5 gün önce bizimle irtibat kurdular. ancak o günden sonra bir daha kendilerine ulaşamadık.
5 gündür haber alamadığımız adem özköse ve hamit coşkun’un hayatından endişe ediyoruz.
suriye’den arkadaşlarımızla ilgili hayırlı bir haber beklerken idlib’ten, hama’dan, humus’tan ve diğer şehirlerden katliam haberleri alıyoruz.
türkiyeli gençler olarak arkadaşlarımıza ulaşılması için hükümet yetkililerinden somut adımları atmasını bekliyoruz.
adem özköse ve hamit coşkun için hükümet yetkilileri göreve çağırdığımız gibi, suriye’de katledilen masum siviller için de gerekli adımların atılmasını istiyoruz.
biz “komşusu açken tok yatan bizden değildir” anlayışıyla büyüyen bir toplumun fertleriyiz.
yanı başımızda komşu suriye halkı baas güçleri tarafından katlediliyor ve bizim gözümüze uyku girmiyor.
dengeler adına değil, insanlık adına yetkililerin bir an evvel harekete geçmesini talep ediyoruz.

biz adem özköse’ye özgürlük istiyoruz!
biz hamit coşkun’a özgürlük istiyoruz!
biz kardeş suriye halkına özgürlük istiyoruz!


16 Temmuz Gençlik Hareketi

6 Şubat 2012 Pazartesi

Maskeler Suriye'de düşüverdi

Bir yanımız Arap Baharı’nın neşesi ile dolarken, bir yanımız komplo teorilerinin karanlık sularında balık avlamaya devam ediyor. Tunus’un diktatörü Zeynel Abidin Bin Ali koltuğundan olurken, “sıra Hüsnü Mübarek’te” diye sevinenler. Tahrir meydanını dolduran yüz binlere bakıp; “işte özlediğimiz devrim bu” diyenler. Nedense devrim sırası Suriye’ye gelince, ayaklarının üzerinde terse dönüp, en galiz sözlerle devrime kara çalmaya başladılar. İşin içerisine mezhep taassubunu sokuşturup, güya orta yolu bulacakmış edasıyla köşeli laflar etmeye başladılar. Tunus’ta, Mısır’da, Bahreyn ve Yemen’de olanlar “hürriyet ve adalet” mücadelesi olarak selamlanırken, Suriye’de kan gövdeyi götürmesine rağmen bir suskunluk, bir görmezden gelme hatta daha ileri giderek bir itibarsızlaştırma, bir memnuniyetsizlik hali baş göstermeye başladı. Daha öncesinde sayfalarını, internet sitelerini devrim haberleri ile süsleyenler nedense konu Suriye olunca küstah bir çaresizliğe büründüler. Hama katliamına ağıt yakan “mücahit ağabeyler,” koca bir ülkenin Hama’ya çevrilmesine ses çıkarmamayı tercih ettiler. “Ortadoğu uzmanı” payesiyle İslami camianın ekranlarını ve sayfalarını işgal edenler, Suriye mevzunda ulusalcılarla kol kola girmekten geri durmadı. Hatta içlerinden bazıları, işi mezhep çatışması boyutuna kadar taşıyıp, izandan nasipsiz tavırlar sergiledi. Felaket tellallığı yapıp ortalığı bulandırmanın şehvetine kapıldı.

Arap Baharı’nın yaşandığı ülkeler içerisinde Suriye, adeta bir turnusol kağıdı işlevi gördü. Mazlum ile zalim, gerçek ile yalan, gece ile gündüz, hakikat ile hurafe ortaya çıktı. Kimin gerçekten kardeşlikten bahsedip ümmet şuuru ile hareket ettiğini, kimin kırmızı çizgilerinin ümmet adına değil; mezhebi, ideolojisi, siyasi görüşü adına çizildiğini gösterdi. Elinde megafonla Mısır konsolosluğuna koşanlar, nedense Suriye konsolosluğu önünden geçmez oldu. Beyazıt meydanından Mısır İhvanı’na selam yollayanlar, Suriye ihvanı’nı görmezden geldi. İsrail’e karşı şanlı bir mücadele örneği gösterip kalbimizde taht kuranlar konu Suriye olunca sınıfta kaldı. Suriye’de yaşanan vahşete, Baas rejimi ve Nusayri azınlığın yaptıklarına ses çıkarmayanlar, bundan sonra ne’den bahsederse etsin, mazlum halkların gözünde kaypak bir yalancıdan başkası olamayacaklar. Ancak her şeye rağmen, Suriye halkını yalnız bırakmayanlar da var. Meydanlara çıkıp, konsolosluk önlerine varıp ellerine semaya kaldırıp zafer için dua edenler... 

4 Şubat 2012 Cumartesi

Şimdi tüm Suriye Hama'dır, Humus'tur...

Dün Gece Alemlerin Efendisinin dünyayı teşrif edişinin yıldönümüydü. Tüm dünya üzerinde milyonlarca Müslüman, bu geceyi salavatlar ve dualarla ifa etti. Ancak Suriye'de yaşayan Müslümanlar, gecelerini bombalar, kurşunlar ve ateş altında geçirdi. Humus kenti, Beşar Esad güçlerince havadan ve karadan bombalanıyor. Yüzlerce ölü ve yaralı var... Böyle bir katliam karşısında diyecek hiç bir şey bulamıyorum. Peygamber efendimizin doğum gününde böyle bir katliamın yapılıyor olması, büyük bir kinin ve hıncın da göstergesi aslında. Katliamların hiç bir mazereti yok aslında. Dış güçlerin oyunu, emperyalistlerin planı ve benzeri sloganik sözlerin değeri yok artık. Eli kanlı zalim Esad, ecelinin geldiğinin göstergesi olarak cami duvarına işemekten geri durmuyor. Babasını da sevmediğimiz bu zalim adamın sonu da çok acıklı olacak, buna inanıyorum...

Asker, devrimin intikamını aldı

Mısır’ın Port Said kentinin takımı olan El Masri ile ülkenin en büyük futbol kulüplerinden olan El Ehli arasında önceki gün gerçekleşen karşılaşma, 76 kişinin hayatını kaybettiği bir katliama dönüştü. Bir maç sonrası bu kadar kişinin hayatını kaybetmesi, önemli bir olaydır; ve basit bir şekilde iki taraftar grubu arasında çıkan kavga buna sbep olarak gösterilemez. Olayın arka planı, acı bir provokasyonu gösteriyor. Başkent Kahire takımlarından olan El Ehli’nin taraftar grubu "Ultralar", tüm Mısır genelinde polise karşı verdikleri mücadele ile nam salmış, diktatör Hüsnü Mübarek’i koltuğundan eden devrimde de ön saflarda yer almıştı. Maç devam ederken ve bittiğinde Ehli taraftarları ülkedeki askeri yönetimi protesto edip “Cunta defol” diye bağırıyorlardı. Maç sonrası El Masri taraftarları bilinçli bir şekilde cunta defol diye bağıranların üzerine salındı. Ordu ve polis de olanları seyretmekle yetindi hatta çıkış kapılarını kilitledi, kaçmaya çalışan Ehli taraftarlarının ezilerek can vermesine olanak tanıdı. Görgü tanıkları, askerlerin de bizzat taraftar üzerine ateş açtığını söylüyor.

"Ultralar Ehli" grubunun 2007’deki kuruluşundan beri polis ve ordu ile arası hiçbir zaman iyi olmadı. Ehli taraftarları Tahrir gösterilerinde ezeli rakipleri olan diğer bir Kahire takımı Zamalek taraftarları ile güçlerini birleştirdiler. Sokak çatışmalarında tecrübeli, gözyaşartıcı bombalara alışkın olan Ultralar, Tahrir’de göstericilerin koruması haline gelmişti. Ultralar devrimden sonra da askeri yönetime karşı yapılan gösterilerde yer alıyordu. Askerin olayları engellemeyerek Ultralar’dan intikam almak istemiş olabileceği düşünülüyor ki, bu iddia gözardı edilmeyecek kadar önemli. Mısır halkı şimdi cenazelerini toprağa verdi ama stadtaki ateş, tüm ülkeye yayılmış durumda. Umarım; askeri yönetim bir an önce yerini sivil yöneticilere bırakır. 

27 Ocak 2012 Cuma

"Kahrolsun İsrail" demek, en doğal hakkımızdır

Türkiye'de gündem farklı davalara kilitlense de, bugün Kayseri'de ilginç, ve bir o kadarda lüzumsuz bir dava görülüyor. Bilmiyorum haberiniz var mı; Kayseri Kadir Has Kongre ve Spor Merkezi'nde Kayseri Kaski Spor ile İsrail’in Maccabi Bnot takımları arasında oynanan EuroCUP kadınlar basketbol müsabakası sırasında Filistin bayrakları açtıkları ve yine hep birlikte "Kahrolsun İsrail" şeklinde slogan attıkları gerekçesiyle 30 genç hakkında “Din, Dil, Irk, Etnik Köken, Cinsiyet Veya Mezhep Farkı Gözeterek Hakaret” suçlamasıyla dava açıldı. Söz konusu davada 30 genç, Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun’un 14/2 ve TCK'nun 53/1 maddelerinden 1 yıl hapis cezası istemiyle yargılanmaktalar. 

Başbakan Erdoğan'ın dahi her fırsatta tepkisini gösterdiği işgalci ve terörist bir ülke hakkında en doğal hakları olan protestolarını yapan gençlerin bu şekilde cezalandırılmaları akıl ve izanla izah edilecek bir konu değil... Kim ne derse desin, bu ülkede bu davanın açılmış olması dahi utanç verici bir durum. Bu davayı açanları, bu davanın açılmasına göz yumanları kınıyorum. Ne mutlu ki; başta İstanbul olmak üzere bir çok ilden otobüsler dolusu Filistin dostu, dava açılan gençlere destek vermek için dün Kayseri'ye gitti. Tepkilerini mahkeme önünde gösterecekler. Umarım, bu dava başladığı gibi biter, bu utanç tiyatrosu beratla sonuçlanır.

İnsan onur ve haysiyetini ayakta tutan erdemli gençlerle aynı düşünceyi paylaşıyorum ve onlarla beraber tekrar haykırıyorum:  
Kahrolsun İsrail: Bebekleri ve sivilleri katlettiği için.
Kahrolsun İsrail: Filistin topraklarını işgal ettiği için.
Kahrolsun İsrail: Mescid-i Aksa’ya ve kutsallara saldırdığı için.
Kahrolsun İsrail: Kendi din ve ırkından olmayanları aşağı gördüğü için.
Kahrolsun İsrail: Din, dil, ırk farkı gözeterek her türlü zulmü yaptığı için.
Kahrolsun İsrail: Mavi Marmara’ya saldırdığı için.
Kahrolsun İsrail'in Yandaşları:  Zulme Ortak Oldukları İçin...

24 Ocak 2012 Salı

Hasan El Benna'nın düşleri gerçek oluyor

30 yıllık Hüsnü Mübarek rejiminin devrilmesinin ardından yapılan ilk demokratik seçimlerin resmi sonuçları açıklandı. Mısır halkının on yıllar sonra ilk kez özgür iradeleri ile yaptıkları seçimin galibi, Mısırlı Alim Hasan El Benna'nın kurduğu ve uğrunda şehit düştüğü Müslüman Kardeşler'in Hürriyet ve Adalet Partisi oldu. 508 sandalyeden oluşan Mısır Halk Meclisi için yapılan üç aşamalı seçimlerin sonucunda, Hürriyet ve Adalet Partisi yüzde 47.18 oy oranı ile 235 milletvekili çıkardı. Selefi çizgideki Nur Partisi yüzde 24.29 oy oranı ile 121 koltuk kazanırken, Mısır'ın en eski partisi olan Liberal çizgideki Vefd, yüzde 9'a yakın bir oy oranı alarak 38 milletvekilliği kazandı.

Hüsnü Mübarek döneminde siyaset yapmasına izin verilmeyen, mensupları baskı altında tutulan, yöneticileri sık sık hapse atılan, suikastlar ve idamlarla şehit edilen Müslüman Kardeşler, tek adam rejiminin devrilmesinin ardından yapılan seçimlerden halkın teveccühünü kazanarak çıkmış oldu. Şimdi omuzlarında büyük bir sorumluluk var. Mübarek sonrasının Mısır'ını inşa edecek olan İhvan, umarız Mısır halkının isteği doğrultusunda bir yönetim sergiler. Tek adamlıktan, askeri yönetime evrilen Mısır, demokratik bir yönetimi fazlasıyla hak ediyor. Tahrir'in gençleri bunu istiyor.

20 Ocak 2012 Cuma

Arakibli köylülerin şanlı direnişi

Arakib köyünü bilir misiniz? Bu köye dair bir şeyler duydunuz mu? Büyük ihtimalle Arakib ismini ilk kez burada okuyorsunuz. Bu kadar hızla değişen bir gündem içerisinde sesini duyurmaya çalışan Arakib köyü, Filistin'in 1948 yılında işgal edilen En-Nakab bölgesinde yer alıyor. Onu diğer köylerden ayıran en önemli özellik ise, İsrail'in bu köyü ortadan kaldırmayı kafasına koyması, elinden geleni yapması ancak Arakibliler'in de tüm bu yapılanlara karşı direnişi.  

İsrail, ağaçlandırma yapılacağı gerekçesiyle bu küçük Filistin köyünü 2 yıl içerisinde tam 34 kere yıktı... Arakib köyü tam 34 kez tarumar edildi. Buldozerler köydeki evleri tek tek yıkıyor ama köylüler köyü terk etmiyor. İsrail buldozerleri yıkım çalışmasını bitirdikten sonra yeniden toparlanan köylüler, derme-çatma da olsa evlerini yeniden inşa ediyorlar. İsrail, belirli zaman aralıklarında buldozerlerle köye baskın yapıp evleri tekrar yıkıyor. Bu işlem iki yıl içinde tam 34 kez tekrar etti. Ne köy sakinleri pes ediyor, ne de işgalci İsrail güçleri baskı, yıkım ve yıldırma politikalarından vazgeçiyor. Köylerinde 34. kez yıkım yapılmasına rağmen, evlerini yeniden yapacaklarını belirten Filistinli köylüler, Siyonist rejimin niyetini gayet iyi bildikleri için topraklarını hiçbir surette terk etmeyeceklerini söylüyorlar. Ne diyelim; İsrail'in topu tüfeği, buldozeri varsa Arakibliler'in de bitmek bilmeyen inadı, sabrı var. 

18 Ocak 2012 Çarşamba

Hrant Dink, vurulduğu yerden kalkamadı

Bu topraklar çok acı gördü. Çok çileye, ezilmişliğe, horlanmaya, cinayete, işkenceye, ızdıraba, gözyaşına şahitlik etti. Bu topraklarda birileri yeri geldi sürüldü, yeri geldi kovuldu, yeri geldi kapı dışarı edildi. Bu topraklarda birileri görmezden gelindi, yok sayıldı. Kimimiz fazla Müslüman diye dövüldü, aşağılandı, asıldı. Kimimiz Türklüğü az olduğu için hapsedildi, kovuşturuldu, yol ortasında ensesinden vuruldu. Bu topraklarda Türk'ü, Kürd'ü, Ermeni'si, Rum'u, Çerkez'i, Laz'ı, Arab'ı bir türlü ağız tadıyla yaşayamadan ölüp gidiyoruz. Ne yazık ki sadece yaşamımız değil, ölümümüz de ağız tadıyla olmuyor. 2007'de öldürülen Hrant Dink'in davası nihayet 5 yıl sonra sonuca bağlandı. Ama ne hikmetse mahkemden toplumun beklentisine uygun bir cevap çıkmadı. Mahkeme, cinayetin örgüt işi olmadığına, bireysel bir macera olduğuna hükmetti. Tetikçiler cezalandırıldı ama cinayetin arkasındakiler es geçildi. Cinayet, bir kaç heyecanlı gencin lüzumsuz işi olarak isimlendirildi. Biliyoruz ki bu cinayet, örgütlü ve planlı bir şekilde işlendi. Bilinmeli ki; bu dava bitmedi. Umarız Yargıtay, vicdanları acıtmayacak bir karar verir...

Sözü burada, Dink ailesinin avukatı Fethiye Çetin'e bırakalım; "Devletin siyasi cinayet geleneği sürüyor. Gelenek bozulmadı. Devlet, muhaliflerine yönelik tutumunu değiştirmedi. Arat Dink, Hrant Davası açıldığında (bizimle dalga geçiyorlar) demişti. Bugün gördük ki; dalganın en büyüğü bugüne saklanmış. Bu karardan anladık ki; Hrant'ı büyük bir çete değil, birkaç kişi öldürmüş. Bunu kabul etmiyoruz. Hrant Dink davası, aydınlığa çıkmak için büyük bir fırsattı. Bu fırsatı kullanmak istemediler. Devlet, muhaliflerini yine ötekileştirdi. Dün öteki olanlar, bugün kendilerini ötekileştirenlerle uzlaştı. Bugün uzlaşanlar unutmasınlar, kendileri de uzlaştıkları tarafından yenilirler. Bu dava bitmedi. Bir safhası kapandı. Biten komedi dosyasıdır. Bu dava yeni başlıyor. Tetikçilerin yargılandığı bu davada, aslında failler bütün çıplaklığıyla ortaya çıktılar. Karanlıkların sorgulanmasına faillerin yargılanmasına ve dava biz bitti diyene kadar devam edecek..."

16 Ocak 2012 Pazartesi

Freiburg'da rüya gibi bir 10 gün...

2011'in son haftası ailece Almanya'nın Freiburg şehrindeydik... Bu soğuk kış vaktindeki ziyaretimizin sebebi; ağabeyimin oğlu yeğenim İbrahim'in düğünüydü. Düğüne gitmeye karar verdiğimiz de, bir ülkeden başka bir ülkeye, daha doğrusu AB üyesi bir ülkeye gitmenin meşakkatini, zorluğunu görmüş olduk. Vize uygulamasının ne menem bir eziyet olduğuna şahitlik ettik. Alacağımız 10 günlük "izin" için, 40 tane evrağı bir bir toplamak, SGK'dan nüfus müdürlüğüne kadar bir çok resmi dairenin kapısını çalıp beklemek zorunda kaldık. Sınırların kalktığı, dünyanın küresel bir köy haline geldiği bu yüzyılda "vize uygulaması" kadar çağ dışı ve insanlık dışı bir muamele olamaz herhalde... Tüm evrakları toplayıp, konsolosluğun kapısını çalıp, o ülkeye kabul edilmeyi beklerken insan, kendini dışlanmış, horlanmış birisi olarak görüyor. Bu böyle devam etmemeli; vize uygulamasının kaldırılması ya da en azından yumuşatılması gerekiyor. Bu şekilde bir ayrımcılığa maruz kalmak, Türkiye gibi gelişen bir ülkeye yakışmıyor.
Şükür ki; Almanya'ya gidip orada temelli kalmayacağımızı(!) belgeleyen gerekli evrakları teslim edip vizemizi aldık. Ve nihayetinde Freiburg'a vasıl olduk... Almanya'nın güneyinde yer alan bu küçük ve tarihi şehri, kısıtlı bir zaman dilimi içerisinde gezmek, dolaşmak; farklı bir kültürü, medeniyeti gözlemlemek bize fazlasıyla keyif verdi. Bundan tam 30 yıl önce, gurbetçi bir ailenin, gurbette doğan ilk çocuğu olarak, hayata gözlerimi açtığım bu şehrin havasını teneffüs etmenin keyfine vardım. İnsan yine de bir bağ kuruyor doğduğu şehirle, onu hissettim... 30 küsur yıldan beridir bu şehirde yaşayan ağabeyimi ve yeğenlerimi yaşadıkları yerde görmenin ve onların hayatına kısa bir süreliğine de olsa şahitlik etmenin güzelliğini de yaşadık. Hep onlar bize gelecek değil ya, bu sefer de biz onlara gittik. Kuralların hakim olduğu, düzen kültürünün baskın olduğu, klasik Alman disiplininin yaşandığı Freiburg; eşimle vardığımız görüş birliği sonucu, George Orwell'in 1984 romanını anımsattı bize... Almanya'nın bu en güneş alan şehrinde, deyim yerindeyse güneşe hasret kaldık. Sabah uyandığımızda kapalı bir hava, gündüz kapalı bir hava ve erken kararan bir hava... Bizim gibi Akdeniz insanlarına oldukça yabancı bir iklimi yaşadık Freiburg'da. 
"İslam Toplumu Milli Görüş"ün Camii'nde Avrupa'yı yurt kabul eden (Vatan değil) gurbetçilerimizle omuz omuza yatsı ve Cuma namazımızı eda ettik. Onların bu ülkeye kattığı değeri, bu ülkeden beklentilerini, Türkiye'ye bakış açılarını görmüş olduk. Her türlü dış etkene rağmen kendi dinlerini, kültürlerini, adetlerini yaşamaya gayret etmelerini takdirle karşıladık. Ziyaret süremiz kısa olduğu için elimizden geldiğince şehri gezmeye çalıştık. Tabi bu arada, ikram etmek için meşhur Alman çikolatası ve hediyelik bir kaç şey de almayı ihmal etmedik :) Bu kısa zaman diliminde bizleri en güzel şekilde ağırlayan, misafir eden ağabeyim ve yeğenlerime, Şen ailesinin tüm fertlerine, Frankfurt'tan Freiburg'a gelerek, bizleri yalnız bırakmayan akraba ve hemşehrilemize ne kadar teşekkür etsek azdır. Allah, tüm gurbetçilerimizin yardımcısı olsun...

13 Ocak 2012 Cuma

Yeniden Bismilllah...

Hayatın hızlı akışı insanı yoruyor. Hele de yaptığınız meslek, saatler ve dakikalar üzerinden hesaplanıyorsa daha bir stres ve daha bir yorgunluk düşüyor payınıza. Belki ilk kez bu blogda kendimden bahis açıp hasbihal ediyorum. Her gün yazmaya çalıştığım bu bloğu, iş, güç ve hafiften tembellik ederek ihmal ettiğimi görmek üzüyor beni. Bu sebepler arasında, katıldığım 2 blog yarışmasından da eli boş dönmemin çok önemli bir yeri var. Çok inandığım ve güvendiğim bu yarışmalardan elenmek, yılgınlık ve soğukluk olarak döndü bana. Bu travmayı atlatmak kolay olmadı. İnşallah bugünden sonra yine eskisi gibi canlanacak bu site. Vira bismillah...