31 Mayıs 2011 Salı

Taksim'den Gazze'ye direnişe bin selam

Dün gece Taksim'deydik... Şanlı Mavi Marmara direnişinin yıldönümünde on binlerce Filistin sevdalısına eşlik ettik. İstiklal Caddesi boydan boya Filistin rengine boyandı. Ellerimizde meşalelerimiz, fenerlerimiz, bayraklarımız Tünel'den Taksim'e uzun bir yürüyüş gerçekleştirdik. "Mavi Marmara insanlığın onuru" diye slogan attık. "Katil İsrail Filistin'den defol" dedik. Sanırım Taksim uzun zamandır böyle bir kalabalık görmemişti. Elhamdulillah... 


Amel Mathlouthi'den gelsin; Naci En Palestina:  http://fizy.com/#s/1lu8k7



30 Mayıs 2011 Pazartesi

Geçen yıl bugün "bir çocuk adam gibi öldü"

Furkan Doğan 
1991-2010

Kokla şair bu taşı Gazze'den getirdim
Bu görmüş olduğun kurşun 
Filistin'in göğsünden çıktı
Sen Oğuz Atay'da yüzerken
İntihar yeyip intihar kusarken
Bir çocuk adam gibi öldü.

[Hakan Albayrak]

29 Mayıs 2011 Pazar

Gazze'ye "Refah" geldi

Filistin halkının sabrı ve direnişi ile Arap Baharı'nın motivasyonu, meyvelerini vermeye devam ediyor. Güzel haberler ardı ardına geliyor. Ne zamandır açılması için seferber olduğumuz, 4 yıldır kapalı olan Refah Sınır Kapısı nihayet ardına kadar açıldı. Gazzeliler'in dünyaya açılan tek kapısı olan bu sınır, bir devrin bittiğini de resmen göstermiş oldu. İsrail ve ABD'nin can dostu Mübarek'in devrilmesi sadece Mısır için değil, en başta Filistinliler olmak üzere tüm bölge halkları için olumlu bir gelişme oldu. Biliyoruz ki; bu daha başlangıç. Daha ne güzel haberler alacağız. Ok yaydan çıktı bir kere... Selam olsun Tahrir'den esen rüzgara, umudu büyüten Mısırlıya, direnişten yılmayan Filistinliye...

26 Mayıs 2011 Perşembe

Bir Sırp kasabı daha kodese tıkılacak

Tarihin en kanlı, en alçakça katliamlarından birine imza atan Sırp kasaplardan Ratko Mladiç yakalandı. Avrupa'nın orta yerinde Müslüman Boşnaklara karşı başlatılan savaşta en ön saflarda yer alan ve kalbinde biriktirdiği kin ve nefretle akıl almaz katliamlar yapan Mladiç, Srebrenitsa katliamının da baş sorumlusu olarak aranıyordu. Savaş suçlusu Mladiç yakalandı. Muhtemelen bir müddet sonra yargılanmaya başlayacak. Ama 10 binlerce Boşnak'ın kanı ellerinde iken hangi cezayı alırsa alsın tarih ve bizler onu hiç bir zaman affetmeyeceğiz. Bizim gözümüzde o, diğer katil arkadaşları gibi kodeste son nefesini verecek kuduz bir köpekten daha fazlası değil.

Pazartesi akşamı Taksim'deyiz

Bu toprakların görüp göreceği en fiyakalı eylemdir; "Rotamız Filistin Yükümüz İnsani Yardım" diyerek Gazze'ye doğru yola çıkan özgürlük filosu. Hele içlerinde bir gemi vardır ki; Nuh'un kendi elleriyle inşa edip insanlığa armağanıdır adeta. Terör şebekesi İsrail'in uykularını kaçıran bu gemi tamir edildi, onarımdan geçti. Şimdi bir kez daha yola çıkacak. Bir kez daha İsrail'in kalbine korku salacak. O gazi gemi yola çıkmadan önce, hem şanlı 31 Mayıs direnişini hem de 9 şehidimizi anacağız. 30 Mayıs Pazartesi akşamı saatlerimiz 21:30'u gösterdiğinde ellerimizde meşalelerimiz, fenerlerimiz ve Filistin bayrakları ile Taksim'de olacağız. "Senden korkmuyoruz İsrail, senden ve senin çapulcularından!" diye haykıracağız. Filistin davasına sahip çıktığımızı, Filistinlilerin yalnız olmadığını tüm dünyaya göstereceğiz. 

Haydi! Bu muhteşem eyleme destek verelim. Pazartesi akşamımızı Filistin'e ayıralım. O gece evimize geç gidelim. Eşimizi, dostumuzu, arkadaşımızı, komşumuzu kolundan tutup Taksim'e getirelim. Hedef 100 Bin Filistin sevdalısı...  

25 Mayıs 2011 Çarşamba

Mavi Marmara yoluna devam ediyor


 
Tunuslu sanatçı Amel Mathlouthi'nin Filistin'e adadığı muhteşem şarkısı. Mavi Marmara'ya
ve onun yiğitlerine  ithaf olsun...

Üstad Necip Fazıl Kısakürek'i Rahmetle anıyoruz



[26 Mayıs 1904 - 25 Mayıs 1983]

Surda bir gedik açtık mukaddes mi mukaddes 
Ey kahpe rüzgar artık ne yandan esersen es...

24 Mayıs 2011 Salı

Kaddafi gidecek ve yeni bir Libya kurulacak

Koltuğunu koruma pahasına kendi halkını katletmekten çekinmeyen Muammer Kaddafi'nin artık Libya'ya ve halkına verebileceği hiç bir şey yok. Tarihe, eli kanlı zalim bir diktatör olarak geçen Kaddafi'nin gitmesi durumunda Libya'da birliğin sağlanamayacağı, kaos ve kargaşanın hüküm süreceğini iddia edenlere karşı dün Ankara önemli bir misafir ağırladı. Libya muhalefetinin bir numaralı ismi Libya Ulusal Geçiş Konseyi Başkanı Mustafa Abdülcelil Türkiye'ye geldi ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile ayrı ayrı görüştü, fikir alışverişinde bulundu. Böylece Ankara, uzunca bir süredir sürüncemede giden Libya politikasında cesur bir adım atmış oldu. "Kaddafi sonrası Libya'nın şekillenmesinde biz de varız, bizim de söyleyeceğimiz söz var" mesajı verildi. Türkiye'nin bu mesajı, Arap devrimlerinin yaşandığı ülkelerin Batı istilasına uğramaması konusunda çok önemli.  Temennimiz Kaddafi rejiminin bir an önce devrilmesi ve Libya halkının kendi özgür iradesi ile kendi yöneticilerini seçmesidir. 

23 Mayıs 2011 Pazartesi

Tahrir'den esen rüzgar Esad'ı da götürecek

"Her şey bir rüzgara bakıyor ağabey" diyen Hakan Albayrak'tan ilham alarak Tahrir'den esen rüzgarın İslam ülkelerindeki tüm diktatörleri yerlerinden edecek kadar güçlü olduğunu söylüyoruz. Şimdilerde koltuklarını bırakmamak için bin dereden su getiren, halkına katliam üstüne katliam yapmaktan çekinmeyen Kaddafi de, Abdullah Salih de, Esad da bu rüzgara karşı koyamacak. 
Bu rüzgar şiddetini Suriye'de artırmışa benziyor. Her gün bir kıyam var Suriye'de ama  Arap devrimlerinin hepsinde olduğu gibi Cumalar'ın önemi daha bir fazla. Her cuma, "özgürlük ve adalet" için evlerinden çıkan Suriyeliler, şehit vere vere sonuca gidiyor. 9 haftalık bilanço akıl alır gibi değil; 900 ölü, binlerle ifade edilen yaralı, on binlerle ifade edilen tutuklu... 41 yıllık Esad iktidarı artık son günlerini yaşıyor. Nüfusun sadece %15'ini oluşturan Nusayri azınlığın ülkede estirdiği kaos, olağanüstü hal durumu, keşmekeşlik yıkılmanın eşiğinde. Şimdi güç iktidar sahiplerinde olabilir ama haklı olan taraf Suriye halkı...

21 Mayıs 2011 Cumartesi

Şehitlerimiz, yolumuzu aydınlatıyor

"Müminler'den öyle yiğitler vardır ki, onlar Allah'a verdikleri sözde sadakat gösterdiler. Onlardan bazıları şehit oluncaya kadar çarpışacağına dair yaptığı adağını yerine getirdi. Kimisi de şehit olmayı bekliyor. Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler." Ahzap Suresi'nin 23. Ayeti, tüm görkemiyle dikkatimizi bir noktaya çekiyor, aramızdan bazılarından övgüyle söz ediyor. Adanmışlık ve Şehadet gibi şimdiki zamanların unutulmuş, içi boşaltılmış kelimelerinin asli anlamlarına vurgu yapıyor. Bu ayeti bir kez daha okuyunca, şehitlerimiz geliyor aklıma; Metin Yüksel, Bahattin Yıldız, Furkan Doğan... Unutursak kayboluruz. Unutursak eksiliriz. Unutursak hiç bir işe yaramayız. Unutursak değersizleşiriz... 
Bahattin Yıldız ve Furkan'ı Mayıs ayı içerisinde kaybettik. Birini yitik coğrafyamız Afganistan'da, diğerini umudun adı Filistin'e yol alırken. Onlar yolumuzun aydınlığı, gözümüzün aydınlığı, ömrümüzün aydınlığı. Özgün Yayıncılık Bahattin Yıldız hakkında "Ümmetin Yüreği" isimli bir kitap yayınladı. Bir şehide atfen yazılmış yazılar yer alıyor içinde. Bahattin Ağabeyin hatırasına sahip çıkma adına alıp okumalıyız. Onları okumaya şimdi daha çok ihtiyacımız var. 

19 Mayıs 2011 Perşembe

Arap devrimleri ve Fatih Camii

On yıllardır derin bir sessizliğin içerisinde debelenen Arap halkları, Tunus ve Mısır ile birlikte bambaşka bir zamana uyandı. Tek dertleri aileleri ve kabilelerini en iyi şekilde yaşatmak olan diktatörler, hiç yıkılmayacaklarını sanıyorlardı. Ama öyle olmadı. Tunuslu bir genç kendini ateşe verdi tüm Arap coğrafyası devrim ateşi ile aydınlandı. 

Türkiyeli Müslümanlar olarak, alışık olmadığımız bu tavır karşısında gözümüz kulağımız Ortadoğu ve Kuzey Afrika'dan gelecek müjdeli haberlere odaklandı. İşte tam bu noktada Fatih Camii bu kıyamın en canlı tanığı oldu. Cuma namazları sonrası avlusunda destek eylemleri düzenlediğimiz, gıyabi cenaze namazları kıldığımız bu camii'nin duvarları da ayrı bir dili konuştu her zaman. Yukarıdaki fotoğrafta, Fatih Camii'nin dış duvarına asılan bir pankart görülüyor. "Diren Suriyeli kardeşim! Zulmün duvarları yıkılıyor! Ümmet yeniden diriliyor!" yazılı pankartın altında imza olarak "semt sakinleri" yazıyor. Dostum Selman, "şimdi bütün teorisyenler sussun ve sadece semt sakinleri konuşsun" demiş. İşte Fatih Camii de, o caminin serinliğinde yaşayanlar da, sessizliğin en koyu anında bile böyle konuşur; sahici ve dobra...

17 Mayıs 2011 Salı

Görkemli zaferlere şimdi daha çok ihtiyacımız var

Aradan tam 11 yıl geçmiş. Oysa daha dün gibiydi; çocuklar gibi şen oluşumuz. Bin atlı Avrupa'nın içlerine kadar gidip Viyana'dan şen dönüşümüz. Görkemli bir galibiyet serisi ile Avrupa'nın en iyi futbol takımı olmuş, UEFA Kupasını alarak tüm dünyaya cakamızı satmıştık. Tarihler 2000 yılının 17 Mayıs'ını gösterdiğinde Afrika'dan Asya'ya kadar tüm mazlum halklar, Sarı Kırmızı bir heyecan içerisinde Avrupa'ya haddini bildirmenin şükrü içerisindeydi. Hakan Şükür'den Hasan Şaş'a, Fatih Terim'den Bülent Korkmaz'a kadar Galatasaraylı kim varsa, mazlum halkların gözünde bu büyük işi başarmanın kahramanı idi. Bir Türk takımı, bir İslam ülkesinin futbol takımı ulaşılacak en iyi kategoriye çıkmıştı. Bu sadece basit bir futbol müsabakası, sıradan kazanılmış bir kupa, sonucu iyi bitmiş bir maç değildi. Bu kupa, bu topraklarda biriken öfkenin, bu topraklarda sönmeye yüz tuta  heyecanın yeniden hayat bulması idi. Bu kupa, Bu topraklarda yeşertilmeye çalışılan "bizden adam olmaz" hikayesinin, bu topraklarda hüküm süren "biz onları yenemeyiz" efsanesinin son bulması idi. 17 Mayıs'da o kupayı sadece Galatasaraylı futbolcular kaldırmadı; Bosna'dan Filistin'e, Doğu Türkistan'dan Somali'ye kadar milyonlarca yürek sahip çıktı o kupaya.

Aradan tam 11 yıl geçmiş. O görkemli kazanımdan geriye haklı bir gururun yanında görkemli bir savruluş hüküm sürüyor şimdi. Kötü geçen bir sezonun sonunda, ağızlarda buruk bir tat bırakıyor şimdi Galatasaray. Bir zamanların bize "Cennet" rakiplere "Cehennem" olan Ali Sami Yen'in yerinde yeller esiyor. Türk Telekom Stadı ise, hasret kaldığımız görkemli galibiyetlere bileniyor. Ne diyelim; eski güneşli günleri yad etmek ve yeniden "vira Bismillah" demek için bugün güzel bir gün... 

16 Mayıs 2011 Pazartesi

3. İntifada'ya selam olsun...


Adil Avaz'dan muhteşem bir ezgi. Şu sıralarda Terör Şebekesi İsrail'e karşı 3. İntifada'yı başlatan Filistin'in yiğit delikanlılarına gelsin. 

Kurtuba: Bu site takip edilmeyi hak ediyor

2 Ayda bir yayınlanan Edebiyat Hareket ve Özeleştiri dergisi Kurtuba'nın internet sitesi şimdi sık güncellenen, gündeme dair esaslı yazı ve yorumların yer aldığı bir platform haline geldi. Dostum Selman Maltaş'ın gayretleri ile Kurtuba, her gün yeni bir umut, yeni bir heyecan ve yeni bir gayretle bize dair önemli şeyler söylüyor. Kanımızı kaynatan Arap Baharı'ndan, aklımızı karıştıran 12 Haziran seçimlerine kadar bir çok konuda gözden kaçan ayrıntılara dikkatimizi çekiyor. "Katı olan her şeyin buharlaştığı" şu amansız zamanlarda hakikate işaret eden yazılara olan ihtiyacımıza cevap oluyor Kurtuba. Güneşin her doğuşunda kendini yenileyen, her sabah namazı sonrası yeni bir devrime besmele çeken, arkadaş milliyetçiliğini önemseyen bu site, takip edilmeyi fazlasıyla hak ediyor. Kurtuba'ya selam, okumaya devam...   


15 Mayıs 2011 Pazar

İsrail işgalinin 63. Yıldönümü...

Bugün 15 Mayıs. Bugün “Büyük Felaket”in yıldönümü. Bugün Terör Şebekesi İsrail’in kuruluş yıldönümü. Filistin topraklarının işgal edilişinin ve binlerce Filistinlinin atalarının topraklarından sürgün edilişinin yıldönümü. Bugünü unutmadık, unutturmayacağız. Her 15 Mayıs da olduğu gibi bugün de bir kez daha Filistinlilerin haklı davalarında yalnız olmadıklarını haykırıyoruz. Elbet bir gün bu haksız, hukuksuz, vicdansız İsrail işgali son bulacak ve bizler hep birlikte Mescid-i Aksa’da şükür namazı kılacağız.   

14 Mayıs 2011 Cumartesi

Suriye'den iyi haberler gelmiyor

Yine bir Cuma günü. Yine yüzbinler sokakta. Yine devrime giden yolda protestolar, çatışmalar, ölümler... Haftalardır bir devrime besmele çekmenin heyecanını yaşayan Suriyeliler, Baas rejimini ve eli kanlı diktatör Esad'ı protesto etmek için dün bir kez daha sokaklara çıktılar. Baas rejiminin tüm kuşatmalarına rağmen Suriye'nin tüm şehirlerinde gösteriler düzenlendi. Ancak ülkeden hiç de iyi haberler gelmiyor. Şimdiye kadar yüzlerce kişinin hayatını kaybettiği ülke adeta açık hava hapishanesi görünümünde Baas rejiminin polis ve askerleri, muhalifleri tek tek yakalayıp ağır işkencelerden geçiriyor. Tutuklu sayısı binlerle ifade ediliyor. Ama ne hikmetse Türkiye tüm bu olan biteni sessizlik içerisinde izliyor. Ne hükümet, ne de STK'lardan gür bir ses duyamıyoruz. Ne yazık ki cılız eylemlere dahi ihtiyacımız var. Bugün sesimiz çıkmayacaksa ne zaman çıkacak?

10 Mayıs 2011 Salı

Mavi Marmara'da yerinizi ayırttınız mı?

Gazi Mavi Marmara bir kez daha yollara düşüyor. Vicdan, tarih, sorumluluk, heyecan yeniden hayat buluyor. Terör Şebekesi İsrail'in Gazze'de uyguladığı ambargoya dikkat çekmek için 2. Özgürlük Filosu bir kez daha kutlu bir yolculuğa hazırlanıyor. Filonun yola çıkacağının duyurulmasının ardından ilk 4 gün içerisinde 5 bin başvuru yapılmış. İHH'dan aldığımız biligilere göre başvurular yoğun bir şekilde devam ediyor. Taleplerin karşılanması için bütün illere toplam 250 bin başvuru formu gönderilmiş. Hedef ise; ''1 Miyon'' başvuru. Yani 1 Milyon Furkan Doğan, 1 Milyon Cevdet Kılıçlar, 1 Milyon Necdet Yıldırım, 1 Milyon Ali Haydar Bengi,  1 Milyon Cengiz Akyüz, 1 Milyon Fahri Yaldız, 1 Milyon Cengiz Songür, 1 Milyon Çetin Topçuoğlu, 1 Milyon İbrahim Bilgen gidiyor bu kez Gazze'ye... Kayıt için acele etmek lazım; www.ihh.org.tr

Mısır'da milyonlar Gazze'ye yürüyecek

Mısır, tarihi bir güne daha hazırlanıyor. Hüsnü Mübarek zamanının kefaretini ödeyip, on yıllardır sırt çevirdiği Filistin'e sahip çıkmanın telaşına hazırlanıyor. Yıllardır kapalı tutulan Refah sınır kapısının açılmasının ardından bu kez Mısır Gazze ile kavuşmaya hazırlanıyor. Gazze'ye uygulanan ablukanın kaldırılması ve Terör Şebekesi İsrail tarafından topraklarından kovulan milyonlarca Filistinlinin vatanlarına dönmesini sağlamak amacıyla yüz binlerce Mısırlı, Terör Şebekesi İsrail'in kuruluş yıldönümü olan 15 Mayıs`ta Mısır`ın farklı kentlerinden Gazze`ye doğru harekete geçecek. Mısır’daki pek çok sivil inisiyatifin yanı sıra uluslararası aktivistlerin de destek verdiği "Milyonların Yürüyüşü"ne Ortadoğu’daki demokrasi mücadelesinin sembolü haline gelen Tahrir Meydanı’ndan start verilecek. 15 Mayıs'ta gözümüz kulağımız bir kez daha Tahrir meydanında olacak. Tahrir bir kez daha tarih yazacak...

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Dünyaya YeniSöz gazetesini heyecanla selamlıyoruz...

Ne zamandır yayınlanmasını beklediğimiz "Dünyaya Yenisöz" bugün ilk sayısı ile bayilerde görücüye çıktı. Üslup tanıdık, tavır tanıdık, isimler tanıdık, heyecan tanıdık. Sabah evden çıkınca ilk işimiz bize en yakın gazete bayiine gidip Yep yeni bir söz'ü alıp başımızın üstüne koyduk. Ekrem Kızıltaş ve Necdet Kutsal gibi tertemiz iki ismin güvencesinde çıkan dünyaya yenisöz'de, camiamızın çok sayıda ismi de köşe yazarı olarak yer alıyor. Rasim Özdenören ve Ahmet Kekeç başta olmak üzere Nihat Nasır, Mesut Karaşahan, Osman Toprak, Furkan Çalışkan, Hüseyin Akın, Berat Demirci, Hakan Arslanbenzer, Alper Gencer, Sümeyye Kavuncu gazetede yazan isimlerden bazıları. Medyanın 4. Kuvvet'ten öte bir etkinliğe sahip olduğu dünyamızda ona yep yeni sözler söyleyecek böyle bir gazetenin çıkmış olmasını selamlıyorum...

6 Mayıs 2011 Cuma

Geronimo, Che Guavera ve Bin Ladin

Farklı zamanlarda, farklı coğrafyalarda, farklı şekillerde ama sadece belli bir güç tarafından ortadan kaldırılan 3 isim: Geronimo, Che Guaevra ve Bin Ladin. Birbirleri ile hiç tanışmamış ama ortak bir düşman olarak Amerika'yı görmüş bu 3 ismi aynı makalede buluşturan ise yine Amerika'nın kendisi oldu. Emperyal emelleri için ayak bağı olarak gördüğü kim ve kimler varsa gözünü kırpmadan ortadan kaldıran Amerika, kendine yakıştırdığı "dünya jandarmalığı" görevini eli kanlı bir şekilde sürdürmeye devam ediyor. Bin Ladin, öldürüleli daha 1 hafta bile olmadı. Ama bu konudaki tartışmalar devam edeceğe benziyor.
Egemen bir devlet olan Pakistan'ın bir şehrinde yargısız infaz edilerek öldürülen Bin Ladin için düzenlenen operasyonun ismi ilginç bir şekilde Geronimo idi. Kim bu Geronimo ve ne anlama geliyor? Ülkesini işgal eden beyazlara karşı mücadele veren kahraman ve son Kızılderili lideri olarak tanınan tarihin gördüğü en asil kişilerden birisi. Ömrünü, atalarının toprakları için savaşmakla geçiren bu bilge Kızılderili, 1909 yılında savaş suçlusu olarak tutuklandı ve hapishanede gördüğü işkencelere dayanamayarak öldü. İşte Amerika, kalleşçe öldürdüğü bu Kızılderili'nin adını Bin Ladin'i öldürmek için düzenlenen operasyona isim olarak verdi. Hangi akla hizmet bu isimlendirmeyi yaptığı bilinmiyor. Kızılderili ya da Arap, kendisine karşı savaşan herkesi aynı kefeye koyduğunu göstermek istedi sanırım. Che Guavera'ya gelince. Onu da tanımayanımız yoktur. Sosyalist Küba devriminin önemli isimlerinden olan Che, kesintisiz bir devrime inanıyordu. Bu yüzden devrim sonrası kendisine Küba'da verilen payeyi kabul etmeyerek Bolivya'da devrim için savaşırken Amerikan Özel Güçleri tarafından yakalandı ve öldürüldü. Che, bu şekilde dünya üzerindeki sosyalist hareketin en önemli simge isimlerinden biri oldu. Bu iki ismin arasına şimdi de Bin Ladin dahil oldu. Biz kabul etsek de etmesek de; 3. Dünya ülkelerinde Bin Ladin Amerikan Emperyalizmine anlayacağı dilden kafa tutan bir savaşçıydı. Mazlum halkların gözünde efsanesi her geçen yıl biraz daha artacak, ömrünü bu yolda feda eden bir inanmış ve adanmış kişi olarak bilinecek. Kimilerine göre o Ortadoğu'nun Che Guaverası idi. Sanırım çağımızda Amerika'nın temsil ettiği değerlere karşı savaşanlara ilham veren Geronimo ve Che Guavera'dan sonra şimdi de Bin Ladin ismi milyonlara umut olacak.  

5 Mayıs 2011 Perşembe

Bin Ladin operasyonunda cevap bekleyen sorular

Usame Bin Ladin'in öldürülmesinin sıcaklığı geçtikçe kafalarda oluşan sorular da birer birer sorulmaya başlanıyor. Başına buyruk hareket etmeyi kendi hukuku haline getiren Amerika'nın, 11 Eylül öncesi ve sonrasında çokça başvurduğu kanunsuzluk Bin Ladin operasyonu ile tavan yaptı. Egemen bir ülkenin sınırları içerisinde, o ülkenin yöneticilerinin, istihbaratının haberi dahi olmadan askeri bir operasyona girişmesi en başta sorgulanması gereken bir konu. İstediği ülkede istediği gibi at koşturacağını sanan Amerika, Guantanamo'da zirve yapan hukuksuzluğuna Bin Ladin operasyonu ile bir yenisini daha eklemiş oldu. 

Olayın sıcaklığı ile bu konu çokça sorgulanmıyor ancak vakit kaybetmeden bunun hesabı sorulmalıdır. Amerika, yine en iyi bildiği işi yaptı ve uluslararası hukuku çiğnedi. En azından yakalanıp yargılanmsı, mahkemeye çıkarılması gereken bir kişi yargısız infaz edildi. Acaba Amerika, Bin Ladin'in konuşmasını neden tercih etmedi. Bin Ladin mahkemeye çıkarılmış olsaydı nelerden bahsedecekti. Tüm bunlar esrarını koruyan, ama cevap bulamayan sorular olarak kalacak. Öyle görünüyor ki; Bin Ladin'in ortadan kaldırılması en yakın hedef olarak Obama'nın seçim yatırımı olarak düşünülmüş. Manipülasyona açık olan Amerikan halkı şimdi baş düşmanlarının öldürülmesinin sarhoşluğunu yaşıyor. Bin Ladin'in ölümü, yeni başlangıçlara vesile olmalı; Amerika, hakka dönüştürdüğü tüm hukuksuzluklarının hesabını vermeli.   

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Usame Bin Ladin ve Amerika

Amerika  neredeyse tek düşmanı olarak gördüğü Usame Bin Ladin'i öldürürek ortadan kaldırdı. Irak ve Afganistan işgaline, her iki ülkede de 1 milyon insanın ölümüne, binlercesinin sakat kalmasına, insanların gelecek endişesi içerisinde yaşamalarına sebep olan Amerika, tüm bunların gerekçesi olarak Bin Ladin'in El Kaidesi'ni sorumlu tutuyordu. "Terörle mücadele ediyoruz" denilerek; İslam ülkeleri adeta abluka altına alınıp, kişiliksizleştirildi. Kimine dayak atıldı, kimi köleleştirildi, kimi de "stratejik müttefik" payesi verilerek ehlileştirildi. Küresel bir savaşın öncüsü olan Amerika, attığı her adımda insanlığın nefretini üzerine çekti. Tüm vicdanlarda onulmaz bir yara açtı. Peki Bin Ladin'in ölümü neleri değiştirecek.

Karanlık ilişkiler ağı içerisinde geçen bir ömür, bir emriyle binlerce sivilin ölümü, yakalanacağı gerekçsiyle ülkelerin işgali ve yüzbinlerce sivilin katledilmesi, İslam adına yapıldığı söylenen bir savaş... Ve şimdi de Pakistan'ın göbeğinde sıradan bir evde saklandığı iddia edilerek yapılan bir operasyon. Öldüğünün dünyaya duyurulması fakat ortada bu konuda hala şüphelerin olması, Bin Ladin'in öldüğüne dair bir işaretin, belgenin olmaması. Tüm bu sorular bizde baki; ancak Hakan Albayrak'ın şu cümlesine de aynen katılıyoruz; "Yeryüzünde mütemadiyen fesat çıkaran ve masum sivilleri kitleler halinde öldürüp duran ABD'nin, kendini maşeri vicdanın temsilcisi ve adaletin kılıcı gibi takdim ederek, Usame Bin Ladin'i "yargılamasını" ve "infaz etmesini" içimize sindirebilmemiz mümkün değil, mümkün olmamalı." Eli kanlı diktatörlerden Saddam Hüseyin Amerikan güçlerince idam edildiğinde de aynı duyguya kapılmıştık, Bin Ladin öldürüldüğünde de. Her iki isim de, gözümüzde zalim, terörist, vahşi olabilir ancak onları yargılama ve gereken cezaları verme hakkı ABD'nin olamaz, olmamalı. Aynı şekilde, Mübarek'in de, Kaddafi'nin de, Esad'ın da sadece ve sadece kendi halkları tarafından yargılanmasını istiyoruz. Libya'nın NATO güçlerince bombalanması, Kaddafi'nin oğlu ve torunlarının öldürülmesi, Bin Ladin'in öldürülüp denize atılması da, Suriye konusunda Batı'nın işgal planları hazırlaması kanımıza dokunuyor. Ne yazıkki bu konularda bizim sesimiz çıkmadığı müddetçe, birileri kendi kurallarını koyup hüküm vermeye devam edecek.

3 Mayıs 2011 Salı

1 Mayıs Emek ve Dayanışma günü

Aslında bu yazıya "geçmiş 1 Mayıs emek ve dayanışma gününüz kutlu olsun" diyerek başlamak en iyisi olacak. Emeğin hor görüldüğü, kaale alınmadığı, ayaklar altında kaldığı bir zaman diliminde; "çalışanın hakkını alınteri kurumadan verin" diyen bir peygamberin ümmeti olarak sesimiz nedense hiç çıkmıyor. Bizim için emek, sermaye, ücret, işçilik, alınteri, hak, adalet, eşitlik, işveren kavramları sanki bir hayal. Bu konularda söyleyecek sözümüz olmasına rağmen ne hikmetse hiç konuşmadık. Bu yanlışlar zincirini kırmanın zamanı çoktan geldi.

Pazar günü 1 Mayıs kutlamaları için yine Taksim meydanındaydım. Gazetecilik görevim dolayısıyla sabahın erken saatlerinden itibaren Tepebaşı'ndan Taksim'e, oradan da Dolmabahçe'ye kadar olan bir alanda haber çalıştım, gözlem yaptım, günlük güneşlik bir pazar istanbul'unun tadını çıkardım. Alanı dolduran 1 milyon civarında kişinin ortak duygu, ortak ses, ortak vicdan ve ortak tarihine nüfuz etmeye çalıştım. Söylenen türküler, atılan sloganlar, haykırılan istekler, çekilen halaylar karşısında kendi özeleştirimizi yapmamız gerektiğini düşündüm. Bu coşkuda, bu heyecanda, bu kalabalıkta bizim de katkımız olmalıydı. Hem de kendi argümanlarımızla, kendi sesimizle, kendi dilimizle... Ne zamandır bu konuda kafa yorarken 1 Mayıs'da Taksim'de bizden bir şeyler gördüm. Genelbaşkan yardımcıları Zeki Kılıçarslan ve Mehmet Bekaroğlu ile birlikte bir avuç Has Partili biraz çekingen, biraz ürkek 1 Mayıs kutlamalarına dahil oldu. "Mazlumlar ayağa kalkmadan, zalimler diz çökmez" yazılı pankartla yürüyen Has Partililerin ellerinde yer alan döviz ve afişlerde bizden cümleler vardı. Yıllardır görmeyi arzu ettiğim 1 Mayıs manzarasıydı bu. Üzerine basarak söylemek istiyorum; "İşçiye hakkını, alnının teri kurumadan verin" ve "yanınızda çalıştırdığınız kişilere kendi yediğinizden yedirin, kendi giydiğinizden giydirin" düsturunu telkin eden bir peygamberin ümmetinin de işçi hakları konusunda sesinin gür çıkması lazım. Bu konular birilerinin tekelinde olamaz, olmamalı. Bu topraklarda karşılığı olmayan ideolojilerin takipçilerinin ne söylediği, ne yaptığı, ne savunduğu değil; bu toprakların kültürüne, irfanına, değerlerine sahip çıkanların ne söylediği, ne yaptığı, neyi savunduğu daha önemli.    

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Usame Bin Ladin neyi temsil ediyordu?

11 Eylül saldırılarından sonra dünyanın gündemine giren ve bir türlü işin hakikatini öğrenemediğimiz Usame Bin Ladin, dün Pakistan'da uzun zamandır gözlerden ırak yaşadığı evine düzenlenen operasyonda öldürüldü. Amerikalılar olayı sevinçle karşılamış; "11 Eylül saldırlarını o yapmıştı. Şimdi adalet yerini buldu" demişler. Öldürüldüğü haberini duyduğumdan beri aynı soruyu soruyorum kendime; Usame Bin Ladin neyi temsil ediyordu? Ne uğuruna savaşıyordu? Neyi hedefliyordu? Belki de bu kadar hay huyun arasında işin doğrusunu öğrenemedik. Sahici ve kapsamlı bir Bin Ladin değerlendirmesine ihtiyacımız var. Bin Ladin konusunda neler söylememiz gerektiğini bilemiyorum. Bu konuda Hakan Albayrak'ın kült kitabı Ebuzer'de yer alan Bin Ladin ile ilgili bölümü buraya alıyorum. Bakın Ebuzer ile Bin Ladin arasında neler konuşulmuştu. 

Usame bin Ladin bizi muhabbetle karşıladı. Fakat Ebuzer'in konuşması biraz canını sıktı. Şöyle dedi Ebuzer:
"Kenya ve Tanzanya'daki Amerikan elçiliklerine yapılan bombalı saldırıları sana mâlettikleri zaman itiraz ettim. Bu saldırılar sorumsuzca düzenlenmiş. Amerikalı yetkililerin burnu bile kanamazken onlarca yoksul Afrikalı paramparça oldu dedim. Mücahid işine benzetemedim. Mücahid, Kur'an'daki hüküm gereğince, ancak aktif düşmanları öldürebilirdi. Oysa bu eylemlerde ölenlerin çoğu pasif düşman bile değildi. Bilâkis dosttular, kardeştiler, Müslümandılar. Bir provokasyonla karşı karşıya olduğumuzu söyledim. Fakat bir dostum Yanılıyorsun dedi. Yanılıyor muyum?" 
"Evet yanılıyorsun."
"Sen mi yaptın?"
"Benim örgütüm değildi. Bize yakın bir örgüttü."
"Sence o örgüt doğru bir iş mi yaptı?"
"Tabii ki."
"Fakat masumlar öldü."
"Onlar Irak'ı bombalarken suçlu masum ayrımı yapıyorlar mı?"
"Onlar kâfirdir, ne isterlerse yaparlar. Biz yapamayız, imam Humeyni bir keresinde İran ordusunun önde gelen komutanlarını toplayıp onlara şöyle seslenmişti: Bombardımanlarınızda masum Iraklı çocukların da öldüğünü söylüyorlar. Buna inanmıyorum. Bu doğru olamaz. Saddam masum çocukları öldürebilir, çünkü onun dini-imanı yok. Ama siz yapamazsınız. Siz Müslümansınız. Ve Aliya İzzetbegoviç, Travnik'te üç cizvit papazının Müslümanlar tarafından öldürülmesi üzerine, şöyle bir konuşma yapmıştı: "Bu zulümdür. Biz de zalimlerden olacaksak, zalimlere karşı savaşmamızın ne anlamı var? Bunlardan ders almanı dilerim." Usame biraz düşündü. Sonra şöyle dedi:
"Sözlerin Hakikat kokuyor. Payıma düşeni almaya çalışacağım." 
Ebuzer onu sağ gözünden öpüp bize yakışanı yapacağından emin olduğunu söyledi. Sonra çekip gittik.

Pakistan'da bir benzin istasyonunda Bavyeralı'nın midesini doldururken, fundamentalizmin can çekiştiğini söyledi Ebuzer. "Fundamentalizm" dedi, "temele bağlılığı öngörür. Müslüman'ın temel kaynağı Kur'an değil mi" 
"Tabii ki Kur'an."
"Peki Kur'an'a dayalı bir hareketten zulüm sâdır olur mu?"
"Olmamalı."
"Ama İslamcılar da zulmedebiliyorlar işte. Demek ki fundamentalist değiller."
Bahsi kapatıp yola koyulduk.