20 Aralık 2011 Salı

Amerika mahvetti ve şimdi gidiyor

Amerika, nihayet Irak'tan çekildi. 2003 yılında fiilen başlayan işgal, 8 yıl aradan sonra bitmiş oldu. 11 Eylül sonrası kimyasal silahlar var ve teröre ev sahipliği yapıyor iddiaları ile Irak'a giren ABD ordusu, geride istikrarsızlık içerisinde de facto üçe bölünmüş bir ülke, hayatını kaybetmiş 1 milyon insan, yüz binlerce yetim, öksüz, dul, geleceklerinden umutsuz milyonlar bıraktı. ABD'nin Irak işgalini; bir bayram sabahı idam edilen Saddam Hüseyin, işkencenin sembolü olan Ebu Gureyb Hapishanesi, kapıları kırılıp zorla girilen evler, tecavüze uğrayan kadınlar, aşağılanan erkekler ile hatırlayacağız.

19 Aralık 2011 Pazartesi

Mısır'da ordu kaybedecek, halk kazanacak

Tahrir'den gelen görüntüler hiç iç açıcı değil. 30 Yıllık Hüsnü Mübarek diktatörlüğünü deviren Mısır gençliği, bu kez ondan daha dişli çıkan Mısır ordusunın şiddetine maruz kalıyor. Yönetimi bırakmamak için ayak direyen ordu, Tahrir'i mesken tutan gençlere karşı aşırı şiddet uygulayıp, gözlerinin korkutmaya çalışıyor. Halk meclisi seçimlerinin ikinci turunu geride bırakan Mısır'da, geçici hükümetin başında olan askeri konseyin istifasını isteyen protestocularla polis arasındaki çatışmalarda 9 kişi hayatını kaybetti. Şiddetin dozunu kaçıran polis ve askerler, yakaladıkları göstericileri öldüresiye dövdü. Yukarıdaki fotoğraf, yaşanan şiddetin sadece küçük bir parçası. Mübarek'i deviren gençlerin ordu'ya geri adım attıracağına olan inancımız tam. Mısır, demokrasi ve özgürlük yolunda elde edeceği kazanımlar için bedelini ödüyor... Allah yardımcıları olsun...

6 Aralık 2011 Salı

Ümmet iktidara yürüyor...

Ümmetin delikanlıları besmele çeke çeke, güle oynaya, emin adımlarla, halkların onayı ile ülkelerinin yönetimlerini birer birer devralıyor. Bu manzara karşısında şükretmemek, gözyaşı dökmemek, kalpten bir “Allahuekber” dememek nankörlüğün dik alası olur. Rahmetli Erbakan’ın 10 yıllar öncesinden en büyük hayali; İslam ülkelerinde halkın içinden, seçilerek gelenlerin kendi ülkelerini yönetme iradesi göstermeleri idi. İşte şimdi yaşadığımız bu günlerde, bu mübarek hayal hayata geçiyor... Mısır’daki seçimlerde Müslüman Kardeşler’in partisi her türlü kirli propagandaya rağmen halkın teveccühüne mazhar oluyor. Tunus’ta yılların NAHDA’sı sandıkları patlatıp birinci geliyor. Fas’ta Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti kurmaya hak kazanıyor. Bunların dışında Bosna’da Alija’nın gözbebeği SDA, Filistin’de Şeyh Ahmet Yasin’in HAMAS’ı, demokrasinin nimetlerinden en güzel şekilde faydalanıyor.

Bir zamanların “ham hayal” denilerek küçümsenen güzellikleri, şimdi sıradan başarılar olmaya başladı bile. Bu manzaraya inşallah en kısa zamanda Suriye İhvanı da, İran İhvanı da, Yemen, Bahreyn, Kuveyt, Suudi Arabistan İhvanı da dahil olacak. 10 yıllardır tek adamların zulüm ve dikta yönetimi altında rahat yüzü görmeyen İslam ülkeleri, bir devrime besmele çeken özgürlük ve adalet hareketleri ile yeniden o özlemini duyduğu günlere kavuşacak. Buna olan inancımız kavi, duamız kavi, umudumuz kavi... Komplocuların, mezhepçi baykuşların, diktatör yardakçılarının ise canı cehenneme… 

22 Kasım 2011 Salı

Mısırlılar devrimlerine sahip çıkıyor

Yönetimi elinde bulunduran ve sivillere devretme konusunda ayak direyen Askeri Yönetim'e karşı tüm Mısır halkı ayağa kalkmış durumda. Devrimin merkez üssü Tahrir, bugünlerde bir kez daha gösterilere ev sahipliği yapıyor. Şu ana kadar güvenlik güçleri ile göstericiler arasında çıkan çatışmalarda 30'dan fazla kişi hayatını kaybetti. Her türlü baskıya ve yıldırma operasyonlarına karşın, Mısırlılar Tahrir'i terk etmemekte kararlı. Tek adam yönetimini deviren Mısır halkı, devrimlerine sahip çıkıyor. Umarız, Mısır halkı o çok istediği özgür ve adil ülkelerine bir an önce kavuşur. Biliriz zordur demokrasi yokuşunu tırmanmak...

19 Kasım 2011 Cumartesi

Tahrir bir kez daha devrim için kükredi

Mısır'da Hüsnü Mübarek'in yönetimi bırakmasına vesile olan devrimin ardından 10 ay geçti. Yıllardır hayal edilen "Mübareksiz bir Mısır" gerçeğe dönüştü. Ancak bu kez da onun yerini ordu aldı. Yüksek Askeri Konsey, Mübarek sonrası yönetime geçti ve ülkeyi Mübarek'ten farksız uygulamalarla yönetmeye başladı. 28 Kasım'da seçime gidiyor Mısır. Uzun bir mücadele döneminin ardından ilk kez özgürce seçim yapacaklar. Ancak, yönetimde bulunan Mısır ordusu, seçim sonrası kendi gücünü garantiye almak için bir takım atraksiyonlara girişiyor. "Rejimin koruyucusu ve kollayıcısı ordudur" tarzında vazifeleri üstlenmeye çalışıyor. Ancak tırnaklarıyla kazıya kazıya, dayak yiye yiye bir devrime imza atan Mısırlılar, ordunun bu kurnaz oyunlarına pabuç bırakmaya pek de niyetli görünmüyor. Bu kapsamda dün Tahrir meydanı bir kez daha tarihi günlerinden birini yaşadı. Ülkenin en büyük muhalefet örgütü Müslüman Kardeşler başta olmak üzere bir çok siyasi parti ve sivil toplum kuruluşu, büyük bir gösteri ile "siyaseti orduya bırakmayacağız" mesajı verdi. Çoğunluğunu gençlerin oluşturduğu göstericiler, yönetimin bir an evvel askerlerden alınıp sivillere geçmesi gerektiğini haykırdı. 

Bir devrime ev sahipliği yapan Tahrir, devrim sonrası bu kez de yönetimin siviller eliyle yeniden dizaynı konusunda sözünü söylemiş oldu. Tüm Arap dünyasına esaslı bir selam göndermiş oldular. Hele ki alanda açılan dev Suriye bayrağı ve atılan "yaşasın özgür Suriye" sloganları, Esad yönetimini devirmek için gün sayan Suriye halkına da büyük bir moral oldu. Devrimlerine sahip çıkan Mısır'ın asil evlatlarına tebriklerimizi gönderiyoruz. Mübarek gittiğinde ne demiştik; asıl devrim şimdi başlıyor...

17 Kasım 2011 Perşembe

Almanya gerçeği ne zaman görecek?

Almanya, son yılların en hareketli günlerini yaşıyor. Farklı zamanlarda öldürülen 8 Türk ve 1 Yunan esnafın ölümünden sorumlu tutulan aşırı sağcı neo nazi çetesinin heybesinden insanın kanını donduran bilgiler çıktı. Adolf Hitler'i takip edilesi bir lider olarak gören çete, içlerinde Türk siyasetçi ve cemiyet başkanı Türklerin de olduğu 88 kişilik bir ölüm listesi hazırlamış. Çete ortaya çıkarılmasaydı muhtemelen bu isimlere suikastlar düzenlenecekti. Bu çetenin içerisinde polis muhbirinin de olduğunun ortaya çıkması ise Türk basınında olayın "Alman Ergenekonu" olarak anılmasına sebep oldu. Ne yazık ki; Neo Nazi çeteler, Almanya için sıradan ve önemsiz bir ayrıntı olarak görülüyor. Başta Milli Görüş olmak üzere ülkedeki tüm İslami grup ve teşkilatları baskı altına alan Alman hükumeti, nedense gözünün önündeki tehlikeyi es geçiyor. Aynı hataya Norveç de düşmüş ve Anders Behring Breivik gibi bir caninin, adeta elini kolunu sallayarak katliam yapmasına göz yummuştu. Batı, bu hatadan ne zaman vazgeçecek merak ediyorum? Batılı devletler, ülkelerinde Müslümanlar'a karşı geliştirdikleri teyakkuz halini, aşırı sağcı / Hıristiyan çete ve örgütlere ne zaman yöneltecekler merak ediyorum. Müslümanları zan altında bırakacak hareketlerin serbest olduğu bu ülkelerde, nedense neo nazi benzeri oluşumların sırtı sıvazlanıyor, müsamaha görüyor.

Almanya, son günlerde yaşadığı bu travmadan kurtulmak istiyorsa Müslümanlara karşı geliştirdiği şüpheci tavırdan vazgeçip, terörün ve teröristin dini, ırkı, milliyeti, ideolojik görüşü olmaz felsefesine dönmelidir. Umarız Alman devleti bu gerçeği en kısa zamanda görür...
   

15 Kasım 2011 Salı

Suriye'de sonun başlangıcı çok yakın

Arap Baharı'nın kışa dönmek üzere olduğu Suriye'de artık iller Beşar Esad'ın kontrolünden çıkmışa benziyor. Halkına silah doğrultmaktan imtina etmeyen, tüm çağrılara kulak tıkayan Esad, en yakın komşusu / dostu Türkiye'yi de küstürdü. Türkiye büyükelçiliğine ve konsoloslarına yapılan çirkin saldırı akıllara "eceli gelen köpek cami duvarına işer" ata sözünü getirdi. 9 Ağustos'da Şam'a giden ve Esad ile başbaşa görüşen Davutoğlu, söylenecek tüm sözleri söylemiş, olacakları bir bir anlatmıştı. Ancak Şam yönetimi dost tavsiyesini kulak ardı edip, Mısır ve Libya'da yaşananlardan ders çıkarmayı da akıl edemeyince Esad yönetimi için yapılacak bir şey de kalmamış oldu. Şimdiye kadar 5 bin'e yakın muhalifin hayatını kaybettiği isyan hareketlerini bastıramadığı gibi bundan sonrası için de inandırıcılığını kaybetti. Türkiye, Suriye'nin selameti için atılacak tüm adımları attı. Ama sanırım, Şam ile Ankara arasındaki ipler koptu. Şimdi yapılacak en akıllıca refleks; Muhaliflere daha geniş hareket alanı sağlamaktır. Hakan Albayrak'ın dile getirdiği gibi; "Türkiye Cumhuriyeti Suriye Ulusal Geçiş Konseyi'ni Suriye halkının meşru temsilcisi olarak tanıdığını ilan etmekten şeref duyar" şeklinde bir açıklama yapılmalı. 

Suriye bizim canımız, dostumuz, komşumuz. Orada yanan bir ateş bizi de yakar. Onların üzülmesi bizi de üzer. Onların özgür ve demokratik bir yönetim altında yaşama isteği bizi de heyecanlandırır. Tüm dileğimiz; zalim Esad yönetiminin bir an önce görevden el çekmesi ve Suriye'nin kendi kaderini kendi tayin etmesidir. Bu zor günlerinde Suriye'den de müjdeli haberler bekliyoruz. Yolları açık olsun...

11 Kasım 2011 Cuma

Van'daki bir hastaneye Atsushi Miyazaki'nin adı verilsin

Hepimizi derinden sarsan 7.2'lik Van depreminde yardım için ülkemize gelen Japon yardım görevli doktor Atsushi Miyazaki, 5.6'lık depremde enkaz altında kalarak öldü. Kurban bayramını Van'da geçiren, halka kapı kapı dolaşarak et dağıtan bu Japon yardım görevlisi, ülkesinde olsa uykusundan dahi uyanmayacağı bir ölçekteki depremde, başına yıkılan otel enkazında kalarak hayatını kaybetti. Çok uzaklardan gelip, bu topraklarda son nefesini veren bu güleç yüzlü Japon, tüm dünyaya insanlık dersi verdi. Ertuğrul Fırkateyni sonrası iki ülke halkı arasında oluşan dostluğa, bir tuğla da o koyup gitti. 

Birinci deprem sonrası duvarlarında çatlak oluşan, ama nedense "oturulabilir" raporu verilen otelin enkazı altında kalarak hayatını kaybeden Atsushi Miyazaki, "deprem değil, çürük bina öldürür" gerçeğini yüzümüze vurarak aramızdan ayrıldı. 41 yaşında iken bu topraklarda hayatını kaybeden Miyazaki, umarın unutulup gitmez. Bu konuda başlatılan Van'daki bir hastaneye Atsushi Miyazaki'nin adının verilmesi kampanyasını can-ı gönülden destekliyorum. Bu yapılmalı. Ancak bu şekilde Miyazaki'ye karşı son görevimizi yerine getirmiş oluruz. Toprağın bol olsun Atsushi Miyazaki, rahat uyu...

1 Kasım 2011 Salı

İsrail İsrail'e karşı

Gündemimizi çokça işgal etmesine karşın İsrail-Filistin hattına dair bildiklerimiz, kulaktan dolma, eskimiş, sloganik bilgilerin ötesine geçmiyor ne yazık ki. Evet biliyoruz; Ortadoğu'da bir şeyler oluyor. Evet biliyoruz; İsrail işgalci bir devlet. Evet biliyoruz; Filistin toprakları işgal altında ama tüm bunların derinine dair bir fikrimiz ne yazık ki çok eksik. İsrail İsrail'e karşı adlı belgesel tam da böyle bir zamanda hızır gibi yetişti imdadımıza. TRT 2011 Belgesel Ödülleri Uluslararası Kategorisi’nde En İyi Film Ödülü’nü kazanan Terje Carlssoon’un yönettiği belgesel, 40 yılı aşkın bir süredir devam eden işgal ve yasadışı yerleşmeye karşı duran Yahudi barış aktivistlerinin hikâyesini anlatıyor. Aslında belgeseli ilk duyduğumda yine bir İsrail oyunu ile karşı karşıya kaldığımızı sanıyordum ama TRT'de seyredince gözlerime inanamadım. Çünkü, gerçekten ne anlatmak istediğini bilen, lafı dolandırmadan söyleyen, İsrail'in o bildik yüzünü en çarpıcı haliyle gösteren harika bir belgesel vardı karşımda. Belgeselde, Filistin topraklarının İsrail tarafından işgaline son vermeye çalışan biri büyükanne, biri haham, biri anarşist ve biri de eski asker olan dört İsrailli'nin sıradışı mücadelesi anlatılıyordu. Belgeseli izlediğinizde, İsrailliler ile Filistinliler arasındaki gerilimi en uç noktasına iliklerinizde hissediyorsunuz. 

Belgesel'de, Batı Şeria’nın iç kesimlerinde yer alan Hebron’dan nefret görüntüleri insanın kanını donduruyor. Bölge, Filistin toprağı olmasına karşın burada 150 bin Filistinli ve 500 İsrailli yaşıyor. Ama her şey 500 İsrailli'nin yaşamasına uygun düzenlenmiş. Güvenlik anlamında İsrail’in kontrolündeki bölgede İsrailli çocuklar ‘Her yer İsrail, Arapları katledin’ sloganı atıp, Filistinli kadınlara tekme atıyor. Bazı çocuklar da yüksek noktalardan koca koca taşları yine Filistinliler’e atmaya çalışıyor. Belgeseli izlemediyseniz çok şey kaçırdınız demek. Mutlaka izleyin.  

30 Ekim 2011 Pazar

İkinci felaket...

Kahraman milletiz vesselam… Çok badirelerden geçtik.  Geçeriz de evelallah.. Yine olsun, yine geçeriz. Bana mısın demeyiz. Sırt sırta verir geçeriz. Dayanışma örneğini bizim kadar içtenlikle sergileyen bir millet daha dünya üzerinde yoktur. Bunda hepimiz hemfikirizdir. “Dayanışma” dedik mi yırtarız dağları, enginlere sığmaz taşarız. Bazen biraz dozunu kaçırırız ama olsun... Biz yine de dayanışırız.

Buraya kadar her şey yolunda... Bunlar güzel şeyler.
Fakat biraz oturup düşünürsek, aslında bu işte bir garabet var.
Ne mi?
Anlatayım...
Çok sevdiğim bir söz vardır; ''Her şey yolunda gidiyorsa, bir şeyler ters gidiyor demektir.'' Evet, ters giden şey bizim anlayışımızdır. Yani dayanışma anlayışımız. Biz ne zamanlarda dayanışıyoruz? Felaket zamanlarında. Bu iyi. Peki felakete engel olabiliyor muyuz? Önemli ölçüde doğa olayı olduğu için, hayır. Bu kötü… Peki, felaketin sonuçlarının ikinci bir felaket olmasına engel olabilir miyiz? Evet. Evet ama bunu sadece söylüyoruz. Herkes doğru olanı biliyor. Ama kimse yapmıyor ve de yapılmasına müsaade etmiyor. İkinci felaketi ellerimizle, elbirliği ile ve de dayanışma içerisinde hazırlıyoruz.
Felaketi hazırlıyoruz. Geliyor. Geldi mi? Tamam. Şimdi iş sorumlu aramaya geliyor… Sorumlu bulmada da oldukça başarılıyız. “Takdir-i ilahi,” “doğa,” “çalan müteahhit,” ”kaçak ruhsat veren belediye…” tamam sorumluyu da bulduk mu? Geriye, “kalan sağlar bizimdir.” demek kalıyor. Bir ay kadar konuşuruz. Sonra da unutur gideriz. Ta ki bir sonraki felakete kadar...

Peki, böyle mi olmalı? Gerçekten kahramanlık bu mudur? Yüce bir millet olmanın yolu kendi hazırladığı felaketlerden sonra dayanışmaktan mı geçer? Eşsiz dayanışma kabiliyetimizi felaketlerden önce sergilesek olmaz mı? Kısa vadeli ve küçük şeylerle mutlu olmak yerine, daha uzun vadeli, ya da becerebiliyor isek kısa vadeli, fakat memlekete, millete ve de insanlığa faydalı olabilecek etkinliklerde bulunurken dayanışsak, nasıl olur? Asıl olması gereken bu değil midir? Bu bize daha az acı çektirmez mi? Neticede daha fazla yücelerek, gerçek manada “kahraman” bir millet olmaz mıyız?
Evet, yüce bir milletiz. Evet, kahramanız. Evet, birimiz dünyaya bedeliz. Ve tüm renklerimizle hepimiz ayrı bir dünyayız. O zaman sorun nerede?
Sorun mantalitede, anlayışta, bakış açısında, farkındalığımızda, ne derseniz deyin. Sorun bizde. Nelere önem verdiğimizde.
Felaketlerin fazlasıyla belimizi büktüğü ülkemizde şöyle bir başımızı kaldırıp bakarsak güzel şeyler de olmuyor değil. Ben inanıyorum ki dünyanın en akıllı insanları ülkemizde. Tek sorun; aklımızı ne tarafa yönlendirdiğimizde. Kimimiz, kolay yoldan nasıl köşeyi dönerim çabası içerisinde -ki zemin ve şartlar maalesef oldukça elverişli. Kimimiz ise yaşanası güzel bir ülke sevdası ile taşın altına elini koyma çabasında.
İşte burası olayın kırılma noktası. Biz hangisine daha fazla değer verir isek, hangisine dönüp bakar isek onlardan bir sürü olacak. Yani anahtar biziz.

Çok güzel bir haber; TÜBİTAK bünyesindeki bilim adamları, dünya rezervinin yüzde 75'ini elinde bulundurduğumuz Bor'u kullanarak mevcut olandan daha hafif ve daha sağlam bir zırh geliştirmişler ve sonuç almışlar. Bu, belki de son zamanlarda duyduğumuz en güzel haber. Malum ülkemizde bu tür gelişmeler sıkça olmuyor. Olmuyor da, olduğunda gerekli ilgiyi gösteriyor muyuz? Teşvik ediyor muyuz? Durun durun, para falan istemiyoruz. Zaten teşvik işini devlete bırakıyoruz. Koskoca devlet var canım. Teşvik etsin işte. Biz ne yapabiliriz ki.
Bakın bu kadar kolay işten sıyrılmak ve bananecilik.
İlgi göstersek, acaba nasıl yapmışlar diye bir sorsak, bir tebessüm etsek. Hepimizin elinin altında internet var. Gerekli gereksiz kullanıyoruz. Bir tebrik mesajı da bu işi başaranlara yazıversek. Zor mu? Eminim onlar da sadece bu kadarını bekliyorlardır, daha iyi şeyler ortaya koymak için.
En ufak bir toplumsal olayda en az bir televizyon ekibi yollayıp 24 saat bekleten medya kuruluşları acaba TÜBİTAK'ın önünde bir fotomuhabir bekletmeyi düşündüler mi? Yok düşünmemişlerdir. Çünkü reytingi yok, kimse ağlamıyor, sızlamıyor, bağırıp çağırmıyor, kan yok, gözyaşı yok. Böyle olunca da reyting olmuyor. Altı üstü bilimsel bir olay. Kim izler ki. Yani bizler izlemeyiz. Bizler.
Demek ki biz ne istersek, bizlere o veriliyor. Peki, neden “kahraman” ve “yüce” bir millet olarak güzel şeyler istemiyoruz?

Yazan: Adil Enlioğlu           
           

27 Ekim 2011 Perşembe

Türkiye'nin kalbi Van'da atıyor

Van'da yüzlerce kişinin ölümüne sebep olan 7.2'lik deprem sonrası Türkiye, elindeki tüm olanakları ile adeta seferber oldu. Doğusuyla batısı arasında kardeşlik köprüsü kuruldu. Son terör saldırıları ile aramızda daha da derinleşen küslük, doğal afet sonrası yerini kardeşliğe ve yardımlaşmaya bıraktı. Her ne kadar bazı ilkel düşünceli insanların, deprem sonrası kardeşliğimize dair olumsuz yorumları olsa da, 74 milyon, kadını erkeği, genci yaşlısı ile tek vücut olmasını bildi ve enkaz altında kalan insanlığımızı kurtarma telaşına düştü. Çok uzun zamandır böyle bir manzaranın hasreti içerisindeydik. Mağdura kimliğini, ırkını, dilini, dinini, ideolojisini sormadan el uzatmanın erdemine şahitlik ediyoruz. Enkazdan canlı çıkarılan her insan için şükür gözyaşı döküyor, yitirdiğimiz her bir can için kahroluyoruz. Türkiye, kendine yakışanı yapmanın sevinci içerisinde. İnşallah bu birlik ve beraberlik sayesinde aramızdaki uçurumlar tamamen kapanır, nifak tohumlarının ekimine uygun olan ortamlar tükenir ve 30 senedir canımızı yakan bu kirli savaş biter.     

26 Ekim 2011 Çarşamba

Yunus ve Omeyra'nın yüreğimizi delen bakışları

Yunus, 13 yaşında kara kavruk tenli bir çocuktu. Depreme bir internet cafe'de yakalandı. Ayakkabı boyacılığı yapan Yunus, internet cafede çocukluğunun gereği oyun oynuyordu. Her şey bir anda olup bitti; Yunus, koca beton blokların altında kaldı. Cafe'de olanların hayatını kaybettiği depremde, o hayatta kalmayı başardı. Moloz yığınları arasında sabırla kurtarılmayı bekledi. Ekipler, ona ulaştığında ilk işi su istemek, ardından da saatin kaç olduğunu sormak olmuştu. Saatin akşamın 10'u olduğunu öğrenince "çok geç olmuş, babam duymasın" diye yanıt vermişti. Yunus, o kocaman gözleriyle olup biteni anlamaya çalışırken, acaba aklına gelir miydi, çok uzaklardan kendisi için dualar edildiği? 9 çocuklu yoksul bir ailenin 8. çocuğu Yunus, enkazdan sağ salim çıktı ama, hastane yolunda daha fazla dayanamadı dünyanın ağırlığına. Son nefesini yaralı bir serçe gibi, sanki acelesi varmış gibi veriverdi... Yunus'un 13 sene önce dünyaya açılan kocaman gözleri, soğuk bir Van gecesinde kapanıverdi. Annesinin; "yağız, güzel gözlü evladımı toprağa verdim" dediği Yunus'un, yüreğimizi, vicdanımızı delip geçen gözlerini hiç unutmayacağız. Umuda dair, kardeşliğe, acıya, utanca dair ne varsa o gözlerin içinde var çünkü...

Vanlı Yunus Geray'ın, ilk ve son fotoğrafını görünce, aklımıza Kolombiyalı Omeyra geliverdi. O da Yunusla aynı yaşta gitti bu dünyadan. O da bir doğal afet sonrası gözlerimizin içine baka baka verdi son nefesini. Kolombiyanın Armero bölgesi Nevado del Ruiz dağı eteklerinde yaşayan 13 yaşındaki Omaira Sanchez, 1985 yılında patlayan yanardağın yıktığı evlerin kalıntıları altında sıkıştı. 3 gün boyunca kurtarılmayı bekledi ama bir türlü onu o sıkıştığı yerden çıkaramadılar. "Anne, anne..." diyerek verdi son nefesini Omeyra, tüm dünyanın gözleri önünde... Yorgunluktan ve korkudan göz akları simsiyah olmuş bir kız çocuğunun çaresiz çırpınışları, esir aldı bizleri. O'ndan geriye yüreğimizi, vicdanımızı delen bakışlarının yer aldığı fotoğrafı kaldı. Van depreminin sembol ismi Yunus'un fotoğrafı ile Kolombiyalı Omeyra'nın fotoğrafı şimdi belleklerimizde yan yana duruyor. Kim bilir; belki ikisi de şu an çok uzaklarda bir yerde, annelerini ne çok özlediklerini anlatıyorlardır birbirlerine... 

25 Ekim 2011 Salı

Tunus'ta seçimleri halk kazandı

Arap Baharı'nın ilk kıvılcım verdiği ülke olan Tunus'ta yeni anayasayı yapacak kurucu meclis için ilk seçim dün yapıldı. 24 yıllık Zeynel Abidin döneminin sona ermesinin ardından yapılan bu ilk demokratik seçimlerden beklenildiği gibi Nahda Hareketi birinci parti olarak çıktı. Tunus halkı, tüm korkutma ve yanlı yönlendirmelere karşın Raşid Gannuşi'nin liderliğindeki Nahda Hareketi'ne güvendiğini deklare etmiş oldu. Bu seçim ve sonuçları, Arap Baharı'nın seyri açısından çok önemli. Tunus, demokratik yürüyüşünü kesintisiz ve kayıpsız geçerse, bu başta Mısır ve Libya olmak üzere tüm Arap ülkelerine olumlu yansıyacaktır. Tek adam yönetimi altında sesinin çıkmasına müsaade edilmeyen muhalefet, şimdi özgür ve adil bir Tunus için kolları sıvayıp, bölgenin ilk demokratik yönetimini oluşturmalı. 

Sürgünden döndükten sonra iki kez Türkiye'ye gelen Raşid Gannuşi, partisine Türkiye'yi örnek aldığını söylüyordu. Demokrasi mücadelesinde gösterdiklkeri çaba için Erbakan ve Erdoğan'a duyduğu sempatiyi her fırsatta dile getiriyordu. Gannuşi, yıllardır sürdüğü mücadelesinde nihayet hak ettiği karşılığı aldı. Tunus, kendi evladına kucak açtı, onu geleceğin Tunus'unu inşa etmesi için yetkilendirdi. Allah utandırmasın...  

24 Ekim 2011 Pazartesi

Van'daki deprem hepimizi yıktı

Dün kuaförde saç tıraşımı olurken, Van'da deprem oldu. Açık Televizyondan, olaya ait ilk görüntüler verilmeye başlandığında, depremin vahameti de yavaş yavaş belli olmaya başlamıştı. Deprem, 2007'de askerliğimi yaptığım Erciş'te etkili olmuş. Çok sayıda bina yıkılmış, çok sayıda kişi hayatını kaybetmiş, onlarca aile evsiz kalmış. Bilirim oraları; bu mevsimde hava buz gibi soğuk olur. Bu havada dışarıda kalmak ölümden beterdir. Allah herkesin yardımcısı olsun. 

Bu ülke, son zamanlarda önemli badirelerden geçiyor. Uzun yıllardır bitiremediğimiz terör hala başımızı ağrıtıyor. Giden canların ardından sadece bakakalıyoruz. Şimdi de depremle imtihan ediliyoruz. Deprem sonrası yardım kuruluşlarından mesaj üstüne mesaj geldi; "hazırlıklar tamamlandı, ekipler yola çıktı." Kızılay başta olmak üzere, İHH, Kimse Yok Mu, AKUT, Cansuyu tüm imkanlarıyla deprem bölgesinde. Ülke olarak hiç bir art niyet gösterisi içerisine girmeden, en ufak bir ayrıma mahal vermeden bu felaket karşısında seferber olmalıyız. Bu topraklarda yaşayanlara bu yakışır. Bu ülkeye bu yakışır...

21 Ekim 2011 Cuma

Bir devrin sonu: Diktatörler ibret alsın

Arap Baharı, en kanlı meyvesini Libya'da verdi. Ayaklanmaların ilk başladığı günlerde halkını "lağım fareleri" olarak niteleyen Muammer Kaddafi, yaralı bir lağım faresi gibi linç edilerek öldürüldü. Eli kanlı acımasız bir zalim de olsa, hiç kimsenin bu şekilde öldürülmesi tasvip edilemez. Hiç bir Müslüman'a bu şekilde bir cinnet hali yakışmaz. Hiç bir suç bu şekilde bir vahşeti mazur gösteremez. Böyle durumlarda aklımıza her zaman Bilge Kral'ın o en veciz sözü gelmeli: "Zalimlerin yaptığının aynısını yaparsak, zalimlerle mücadele etmemizin ne anlamı kalır?" Evet, Kaddafi bir zalim olabilir, diktatör olabilir, acımasız bir katil olabilir, ancak bu şekilde bir sonu -hele de adil bir yargılamaya tabi tutulmadan ortadan kaldırılmayı- hak etmiyor. Müslüman olduğunu bildiğimiz için Allah'tan rahmet diliyoruz.  O şimdi hesabını hesapları en iyi tutana verecek... Umarım Kaddafi'nin ortadan kaldırılması, özgür ve adil Libya'nın kurulması yolunda önemli bir kilometre taşı olur. 

42 yıllık diktatörlük Sirte'de bir mehfez'de son buldu. Şatafatlı günlerinde burnundan kıl aldırmayan Kaddafi, "fareler" diyerek küçümsediği muhalifleri tarafından infaz edildi. Demek ki neymiş; halkın kararlılığı karşısında hiç bir güç duramazmış. Yönetimden kendi isteği ile çekilmeyi aklına dahi getirmeyen Kaddafi, "zor'a dağlar dayanmaz" sözünü doğrularcasına hiç beklemediği bir şekilde cezalandırıldı. Kanlar içindeki aciz diktatör görüntüsü, dünyanın bütün diktatörlerine ders olsun. Özellikle de, bir inat uğruna halkını ateşe atmaya hazırlanan Beşar Esad ibret alsın. Korkarım onu da böyle zelilce bir akıbet bekliyor. 

20 Ekim 2011 Perşembe

Yüreğimiz yanıyor...

...19 Ekim 2011...
[24 Şehit]
Üsteğmen Murat Bek (Yozgat)
Asteğmen Bilal Özcan (İstanbul)
Astsubay Başçavuş İbrahim Geçer (Konya)
Uzman Çavuş Mustafa Aslan (Çorum)
Uzman Çavuş Halil Özdoğru (Sinop)
Uzman Çavuş Reşit Ercan (Elazığ)

Çavuş İdris Çam (Kahramanmaraş)
Çavuş Birol Elmas (Adapazarı)
Onbaşı Yavuz Çoban (Aksaray)
Er Süleyman Kalkan (Isparta)
Er Mehmet Çetin (Aydın)
Er Koray Özel (Adana)

Er Ufuk Bozkurt (Kırklareli)
Er Eyüp Çolakoğlu (İstanbul)
Er Soner Ateşsaçan (Artvin)
Er Mesut Cengiz (Hatay)
Er Fikret Özel (Samsun)
Er Hüseyin Gürdal (Kocaeli)

Er Fevzi Kazak (Gaziantep)
Er Yunus Yılmaz (Ankara)
Er Mehmet Ağgedik (Elazığ)
Onbaşı Murat Kazanç (Erzurum)
Er Ramazan Akın (Ağrı)
Er Ahmet Tuncel (Bitlis)

19 Ekim 2011 Çarşamba

Rahmet seninle olsun Bilge Kral

      Alija İzzetbegoviç 
    [08. 08. 1925 - 19.10. 2003]

Yüzyılımızın en önemli devlet ve ilim adamlarından biri olan Bosna Hersek’in efsanevi lideri Alija İzzetbegoviç’i Rahmet’e uğurlayalı 8 yıl olmuş. Her geçen gün yokluğunu daha derinden hissettiğimiz yeşil gözlü delikanlıyı bir kez daha rahmetle ve saygıyla anıyoruz...

"Ben bir Müslümanım ve öyle kalacağım. Kendimi dünyadaki İslam davasının bir neferi olarak telakki ediyorum ve son günüme kadar da böyle hissedeceğim. Çünkü İslam benim için güzel ve asil olan her şeyin diğer adı; dünyadaki Müslüman halklar için daha iyi bir gelecek vaadinin ve umudunun, onlar için onurlu ve özgür bir hayatın, kısacası benim inancıma göre uğrunda yaşamaya değer olan her şeyin adıdır…” 

18 Ekim 2011 Salı

Bugün Filistin'de bayram var

Genelde Ortadoğu, özelde ise Filistin'de bugün bayram vardı. İsrail zindanlarındaki bin 27 Filistinli, yıllar sonra özgürlüğüne kavuştu. Hamas, 5 yıl önce Filistin halkına karşı operasyon düzenleyen İsrail askeri Gilat Şalit'i esir almıştı. O günden bugüne tam 5 yıldır İsrail ile Filistin arasında pazarlıklar sürüyordu. Şalit'e karşılık kaç Filistinli'nin salıverileceği konusunda sıkı pazarlıklar yapıldı. 5 yıl boyunca Şalit'i küçücük Gazze'de bulamayan İsrail, nihayet Hamas'ın teklifini kabul etti ve İsrail zindanlarında tutulan bin 27 Filistinli, özgürlüğüne kavuştu. Özgürlüğüne kavuşanlar arasında 10 yıllardır ailesinden uzakta, ömrünü dört duvar arasında geçiren tutuklular da vardı. Gözü yaşlı aileler yakınlarını karşıladı bugün. Başta Gazze ve Batı Şeria olmak üzere tüm Filistin topraklarında bayram havası vardı. Ellerinde Filistin bayrakları ile yollara düşenler, Hamas'ın "takas" zaferini kutladı. Ama özgürlüğüne kavuşanlardan 40'ı ülke topraklarına adım atamadı... Onlar, İsrail ve Filistin dışında bir üçüncü ülkeye sürgüne gönderilecekler. Bunlardan 10 tanesi  Türkiye'ye gelecek. Hiç çekinmesinler, burukluk hissetmesinler. Hepsi bizim için değerli birer misafirdir. Bu topraklar onları da bağrına basacak. Özgür ve bağımsız Filistin devleti kurulana kadar da bizim misafirimiz olarak kalabilirler... 

17 Ekim 2011 Pazartesi

Avrasya Maratonu'nun birincisi Yeşilay oldu

Ben doğmadan 3 sene önce düzenlenmeye başlanmış. Bu sene 33.sü yapıldı. Yine binlerce İstanbullu, yağmur soğuk demedi ve Avrasya Maratonu'na katıldı. Hava soğuk olunca insanın yataktan kalkası gelmiyor. Hele bir de, izin gününde erken kalkmak ölümüne üşengeçlik yapıyor. Ama, Yeşilay gönüllüleri olarak Maraton'da yer almamız gerektiği söylenince, akan sular duruyor ve sabah erkenden yola düşüp, Maraton'un başlangıç noktasında yerimizi alıyoruz. Tahminimden daha büyük bir kalabalıkla karşılaşıyorum; kadın erkek, genç yaşlı, çoluk çocuk binlerce İstanbullu, Maraton heyecanı ile Altunizade'ye koşup gelmiş. Biz de bir avuç Yeşilay gönüllüsü olarak bu coşkuya ortak oluyoruz.

Elimizde Maraton'un en uzun ve en anlamlı pankartı ile Asya'dan Avrupa'ya yürüdük. "Bağımlı olma özgür ol" yazan 33 metrelik pankartı yağmurda taşımanın zorluğunu, yanımızdan yöremizden geçenlerin bize omuz vermesi ile aşıyoruz; böylece ne zorluk kalıyor ne yılgınlık. Bir elimizle pankartı diğer elimizle de şemsiyemizi tutuyoruz. Göz alabildiğine insan seli var köprüde. Futbol kulüplerinin taraftar derneklerinden, farklı sivil toplum kuruluşlarına kadar onlarca STK, ellerinde pankartları ile yürüyüşe renk katıyor. Ama şunu açık yüreklilikle söylemek lazım ki; Maraton'un birincisi Yeşilay'dı. Bizi görüp alkışlarla destek olanlar, pankartımızla fotoğraf çekilenler, cebindeki sigara paketini çıkarıp bize teslim edenler, Yeşilay'a destek sloganı atanlar... Yağmurlu bir pazar günü daha Yeşilay ile doldurmuş olduk. "Bir daha ki sefere daha hazırlıklı olmalıyız" diyerek Maraton'u tamamladık. Geriye tatlı bir yorgunluk ve Yeşilay'ı temsil etmenin haklı gururu kaldı. 

14 Ekim 2011 Cuma

Bu Amerika'dan devrim çıkmaz...

Ekonomik kriz ve işsizlikten şikayet eden Amerikalıların başlattığı eylemleri uzaktan seyrediyorum. Ellerinde, Kapitalizme ve ABD finans sistemine ağır hakaretlerin yer aldığı pankartlarla New York'ta gösterilere başlayan Amerikalılar, kimilerine göre Arap Baharı'ndan etkilenen ve kendi ülkelerinde de yeni bir devrim için ayaklanan bir avuç cesur yürek, kimilerine göre Amerika'yı yeni baştan dizayn edecek yeni bir kurtarıcı kuşak. Eylemin adı "Wall Street’i İşgal Et!" Wall Street, yani Amerika'da finansın kalbinin attığı merkez. Buranın işgali sembolik bir değer taşıyor aslında. Verilmek istenen mesajı çok net ortaya koyuyor. Amerika'nın farklı şehirlerinde de patlak veren gösterilerde eylemciler, şiddete başvurmadan istediklerini almayı amaçlıyor. Ancak isteklerinin ne olduğu, nasıl bir dünya tasavvuruna sahip oldukları şimdilik tam anlaşılmıyor. Arap Baharı'nda halkların uyguladığı yöntemleri kullanmaları, yeni bir devrimin eşiğinde olduğumuzu göstermiyor. Hatta gösterilerin emarelerine bakılırsa, ne yazık ki Amerika'dan bir devrimin çıkmayacağını peşinen söyleyebiliriz. ABD çöküşte, Amerikan sistemi iflasta, ABD ekonomisi çıkmazda gibi başlıkları şimdilik tebessüm eşliğinde takip ediyoruz. Yeni bir Malcolm X gelmeden, bu Amerika'dan bir şey olacağını düşünmüyoruz...     

11 Ekim 2011 Salı

Bira festivali'ne sponsor olmak ne kazandırır?

Antalya Büyükşehir Belediyesi'nin 2 senedir düzenlediği ve biranın su gibi tüketildiği "OctoberFest" nihayet(!) İstanbul'da da organize edilmeye başlandı. Aslında bu festivalin ana vatanı, çeşit çeşit biralarıyla ünlü Almanya... Ama ne hikmetse, önce Antalya, ardından İstanbul bu ilginç festivale ev sahipliği yapma konusunda bir biriyle yarışır hale geldi. Festivalin resmi internet sitesinde; "İstanbul'a çok yakışacak bir festivalden bahsediyoruz. Almanların dillere destan 200 yıldır yapılan bira festivalinden..." denilerek bahsedilen bu festivale, çok sayıda firma da sponsor ve destekçi adı altında kol kanat gerip, eksiksiz bir şekilde yapılmasını sağladı. Ne ilginçtir ki; "festivalin sponsorları" başlığı altında yer alan kuruluşların başında Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın yer alması herkesi hem şaşırttı hem de üzdü. Zira bu ülke'nin Anayasa'sının 58. Maddesi'nde; "devlet, gençleri alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır." diye yazmakta. Ancak buna rağmen biranın su gibi tüketildiği, genelde de gençlerin rağbet gösterdiği böyle bir etkinliğe Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın destek vermesi anlaşılır gibi değildi. 

Şaşkınlığımız bununla da kalmadı. Yıllardır muhafazakar bir çizgide olduklarını varsaydığımız bazı firmalar da, bu bira festivaline sponsor olmuşlardı. Coşkun Sucukları ve Karaköy Güllüoğlu bunlardan sadece ikisi. Kurucularının "Hacı Baba" olarak anıldığı bu iki firmanın alkol içerikli bir festivale destek vermelerinin amacı ne olabilir? "Coşkun etle festival zamanı" diyerek duyurulan festival için bakın Coşkun Sucukları resmi internet sitesinde ne yazılıyor: "Dünyanın en büyük festivallerinden Münih’te her yıl dünyanın dört bir yanından milyonlarca kişiye ev sahipliği yapan OctoberFest, 8-9 Ekim’de İstanbul’da gerçekleşecek. Coşkun Et’in sosis satışlarını üstleneceği, Park Orman’da İstanbullularla buluşacak festival, tüm orjinalliği ile İstanbula taşınacak. OktoberFest İstanbul etkinliği ile farklı kültürlerden binlerce insan benzersiz bir atmosferin parçası olacak, festival coşkusunu yaşayacak. Bira ve festivalseverlerin iple çektiği festival ilk kez Kral 1. Ludwing evlenirken, düğününün kutlamalarında gerçekleştirilmiş. Sonrasında tadına doyulmayan bu festival her yılın Eylül ve Ekim başında 2 hafta boyunca gerçekleştirilmiş ve bu güne kadar devam etmiş. Coşkun Et’in tat katacağı festivalde dünyanın bütün bira çeşitlerini deneme imkanınız olacak..." Şu açıklamadaki coşkuya, heyecana bakar mısınız? Bildiğimiz bira festivali, insanlığa hayırlı bir hizmet yapılıyor gibi sunuluyor... Başta Yeşilay olmak üzere, bir çok STK'nın protestosu ve bu konunun sosyal medya ve Ekşi Sözlük'te gündem olması sonucunda, dün itibariyle hem Kültür ve Turizm Bakanlığı hem de Coşkun Sucukları ve Karaköy Güllüoğlu, sponsorluktan çekildiklerini duyurdu. Festival yapılmış bitmiş, biralar içilmiş, halaylar çekilmiş, atı alan  Üsküdar'ı geçmiş ama firmalar isimlerini çektiklerini açıklıyor. Bu taktikle kimi kandıracaklarını sanıyorlar acaba? Hele Karaköy Güllüoğlu'nun kendilerine gönderdiğim e-mail'e verdiği cevaba bakar mısınız: "Sayın Kadir Metin, Öncelikle bu konuda bizi uyardığınız için teşekkür ederiz. Görüş ve önerileriniz bizler için her zaman değerli olmuştur. İnanın bizlerde sizler gibi şaşkınlık içindeyiz. Bunu sizlerden gelen maillerle öğrendik. Biz toplumda belirli yer edinmiş kurumuz bu gibi etkinliklere destek vermeyiz. Bizim destek verdiğimiz pek çok kurum var bunlar daha çok aşevleri ve hayır kurumlarıdır. Karaköy Güllüoğlu olarak böyle bir etkinliğe sponsor olmamız mümkün değil. Fakat tüketiciler genellikle baklava gibi ikramlarını bizden alırlar. Cumartesi günü bir öğrenci grubu gelip bizden para vererek baklava almış ve etkinliklerinde kullanmışlar. Bu etkinlikte logomuz kullanıldığı için yasal süreç başlattık. İlginize ve bize verdiğiniz bilgilerden dolayı tekrar çok teşekkür ederiz. Siz değerli müşterilerimizin saygısı ve sevgisi bizler için çok önemli. Saygılarımızla, Karaköy Güllüoğlu Yönetimi."  
Bir şirketin logosunu izinsiz kullanmak bu kadar kolay bir iş midir? Sırf İstanbul'un tanıtımı yapılıyor diye, sırf şu kadar getirisi olacak diye, sırf yeni bir pazara açılıyoruz diye alkol tüketimi yapılan bir festivale destek verilmesini anlayamıyorum. Her ne kadar, bu şirketler "logolarımızı çektik" deseler de, tüketicilerin defterinde üzerleri çizilmiştir artık. Hayırlı uğurlu olsun...

10 Ekim 2011 Pazartesi

Somali'yi çok sevdim...


Geçen hafta Salı günü yolum Somali'ye düştü. Ne zamandır bu ülkeye gitmeyi istiyordum. Kimse Yok Mu Derneği'nin mihmandarlığında gitmek nasip oldu. Sabah saat 8'de İstanbul'dan kalkan uçağımız, 6 saatlik bir yolculuğun ardından Başkent Mogadişu'ya öğlen 2'de indi. Sıcak ve temiz bir Somali havası karşıladı bizi. Fazla vaktimiz yoktu, uçağımız saat 4'te tekrar havalanacaktı. Buraya geliş amacımız Kimse Yok Mu Derneği'nin Türkiye'de okutacağı 300 Somalili lise ve Üniversite öğrencisini alıp gelmekti. Havalimanında bizi bu öğrencilerin yakınları, aileleri karşıladı. Pasaport işlemlerinin ardından bize tahsis edilmiş araçlara binip Cumhurbaşkanı Şeyh Şerif Ahmed'in de katılacağı uğurlama törenin yapılacağı merkeze doğru yola çıktık. Başkent Mogadişu, Somali'nin en gelişmiş şehri olmasına rağmen gördüğüm manzara karşısında şaşkındım. Fakirliğin, yokluğun, düzensizliğin diz boyu olduğu bir kent vardı karşımda. Açlık ve kuraklık burada yoktu, daha çok kırsal kesimlerde görülüyordu ama burası da tarih öncesi bir hayatı yaşıyordu. Her tarafta eli silahlı askerler vardı. Keşmekeşin ve kaosun fragmanları görülüyordu her yerde. Batı sömürüsü altında kalıp da belini doğrultan bir ülke var mıydı ki Somali bu döngünün dışına çıkabilsin. İliğine kadar sömürülmüş bir Somali kalmıştı geriye. Törenin ardından tekrar havalimanına geri döndük. Havalimanı daha da kalabalıklaşmıştı. Çocuklarını Türkiye'ye uğurlamaya gelen aileler, hem sevinç hem hüzünle bekleşiyorlardı. 

Türkiye'de eğitim görecek öğrencilerin pasaport işlemleri yapılırken bizler de Somalilerle sohbeti koyulaştırdık. Kardeş olduğumuzu vurgulayan cümleleri kurmaya özen gösterdik. Gözlerinin içi gülen bu güzel insanlarla muhabbet ettikçe, ümmet olmanın tadına vardım. Hint okyanusunun kıyısındaki bu güzel ülkeyle Anadolu insanının oluşturduğu bağın gücüne hayran kaldım. Hep birlikte fotoğraflar çekildi, birbirimize e-mail adresleri verildi. Uçağımız akşam 8'de Mogadişu'yu geride bırakarak İstanbul'a doğru yola çıktı. Bu kez uçağımızda bizle beraber 309 Somalili öğrenci de vardı. Ülkelerinin daha iyi bir konuma gelmesi için okuyacaklar, vasıflı birer Somali vatandaşı olup ülkelerine geri dönecekler. Somali'nin tekrar kendi ayakları üzerinde durabilmesi için başlatılan bu eğitim seferberliğini önemsiyorum. Somali'ye ilk kez, kafamda bin bir düşünce ile gittim ama  insanlarını, havasını, toprağını çok sevdim. Keşke bir daha bu güzel ülkeye gidebilsem... 

7 Ekim 2011 Cuma

Başın sağolsun Başbakanım...

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın annesi Tenzile Erdoğan bu sabah hayatını kaybetti. Haberi aldığımda kendi annem vefat etmiş gibi oldum; boğazıma bir yumruk gelip oturdu, bir kaç damla yaşın yanaklarımdan süzülmemesi için kendimi zor tuttum... Kuşkusuz bir annenin ölmesi çok acı bir duygudur. Daha 2 sene önce anneler gününde elinde bir demet çiçekle annesini ziyaret eden Başbakan Erdoğan; "Cennet annelerin ayakları altında. Bu yüzden annelerin ayaklarının altı öpülesidir, gerçi benim annem pek öptürmüyor ama bazen ben zorluyorum..." Ne kadar içten, ne kadar güzel bir anlatım... Öksüz bir başbakan var şimdi Üsküdar'daki evinde. Annesinin vefatının ardından taziyeleri kabul ediyor. Yüreğinin nasıl yandığını bilemiyorum ama Erdoğan çok düşkündü annesine. Hoş, kim annesine düşkün değildir ki... 
Tenzile teyzeye Allah'tan rahmet diliyorum. Cennette Hatice annemizin komşusu olur inşallah... Başbakanım, başın sağolsun...

3 Ekim 2011 Pazartesi

24 Eylül 2011 Cumartesi

Filistin Rüyası gerçek olmalı

Bölgemizde yaşanan değişim Filistin sınırına ulaştı. Aylar süren olur mu olmaz mı tartışmaları nihayet dün son buldu ve Filistin Devleti'nin kurulması için ilk adım atıldı. Filistin Yönetimi Başkanı Mahmut Abbas, Birleşmiş Milletler'e başvurusunu yaptı. Şimdi top BM'de. İsrail işgali altında devlet olma mücadelesi veren Filistinliler, tam 67 yıldır bu anı bekliyordu. İsrail'in tüm engellemesine, Amerika'nın tüm veto tehdidine rağmen üyelik başvurusu yapıldı. Kronik bir Filistin sevdalısı olarak Filistin'in başkenti Kudüs olan tam bağımsız bir devlet olma kararını destekliyorum. Umarım en kısa sürede bu emellerine ulaşırlar.

23 Eylül 2011 Cuma

Burhaneddin Rabbani'ye veda...

Çocukluğunu 80'lerin sonunda yaşamış bizim gibiler, şimdilerde pek de hatırlanmayan/ umursanmayan bir çok olaya şahitlik ettik. Afgan cihadı bunların başında gelir. Daha o zamanlarda Bosna neresi bilmezdik, Çeçenistan diye bir yerin olduğundan haberimiz yoktu. Tek kanallı televizyondan ve tabi ki Milli Gazete'nin manşetlerinden takip ettiğimiz Afganistan, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin işgaline uğramıştı. Dünyanın 2 kutuplu olduğu zamanlarda ABD ordusunun façası Vietnam'da çizildikten sonra geriye bir tek Sovyet ordusu kalmıştı. İşte o muazzam teçhizatlı ordu Afganistan'a girmiş ve katliam üzerine katliam yapmaya başlamıştı. O günlerde bir kaç isim dilimizden hiç düşmezdi; Gulbeddin Hikmetyar, Ahmet Şah Mesut ve Burhaneddin Rabbani... Afgan cihadına komutanlık eden bu 3 isim, cephede harikalar yaratmış ve koca Sovyet ordusunu dize getirmişti. "Afgan dağlarında direnen hilal" olarak isimlendirdiğimiz bu cihadın tamamlanmasının ardından ise Afganistan bir türlü istediğimiz istikrara kavuşamadı. Önce Taliban isyanları, ardından da ABD işgali ile beli kırıldı, dizleri üzerine çöktü bir daha da doğrulamadı. Yukarıda saydığım isimlerden entelektüel birikimi ve savaş dehası ile öne çıkan Ahmet Şah Mesut 2001'de şehit edildi. Geçtiğimiz günlerde ise akil adam duruşu ve sağduyusu ile tanıdığımız Burhaneddin Rabbani bombalı saldırıda şehadete erdi. Allah şehadetini kabul etsin. 

Taliban ve ABD sorunu arasında cedelleşen Afganistan'ın değerli isimleri bir bir hayatını kaybediyor. O bölgede bağımsız bir İslami uyanışın gelişip serpilmesine müsaade etmeyen küresel güçler, önce işgal, ardından da meydana getirdikleri kaos ile yollarına devam ediyor. Umarız Afganistan ve Pakistan bir an önce üzerlerindeki ölü toprağını atar, işgalden ve cehaletten kurtulur. Umudumuz bu yönde...      

20 Eylül 2011 Salı

Demokrasi yokuşunda Yassıada molası

Bu topraklar ne kadar çok acı gördü. Izdırap, aşağılanma ve gözyaşına şahitlik etti. Bölgemizde meydana gelen yönetim değişimlerini okurken, kendi ülkemizdeki demokrasi mücadelesini de yakından tanıma fırsatı yakalıyoruz aslında. Mısır'da, Tunus'da, Suriye'de demokrasi için ayaklanan halkları, aynı tecrübeleri farklı şekillerde yaşamış en iyi bizler anladık. Şükür ki bizde demokrasiye geçiş -her ne kadar 10 yılda bir darbelerle kesintiye uğrasa da- komşularımızda yaşandığı kadar kanlı olmadı. Ama kolay da olmadı. Acaba kaç ülke vardır Başbakan'ı asmış? Hem de halkın teveccühüyle iktidara gelmiş bir başbakanı bir askeri darbe sonrası sudan sebeple asan kaç ülke vardır? Bu Cumartesi, Adnan Menderes'in idamının 51. yıldönümü idi. Topkapı'da bulunan Anıtmezarda'ki anma sonrası yargılamaların yapıldığı Yassıada'ya gittik. Bu benim, Yassıada'yı 3. ziyaretim oldu. Her gidişimde aynı utanç ve hüzün duygusu ile kaplanıyor tüm benliğim. Yargılamanın yapıldığı spor salonundan bozma mahkemeyi görmek, Menderes'in idamına kadar tutuklu kaldığı odaya girip geçmişin fotoğraflarına dalmak. Adadaki askeri yapıların soğukluğuna, metrukluğuna bir kez daha şahitlik etmek... Bence her Türk vatandaşının bu adayı gidip görmesi şart. Hangi koşullardan bugüne geldiğimiz ancak bu şekilde anlaşılabilir.

Yukarıdaki fotoğrafı adadan ayrılırken çekildim. Arkamda görülen yüksek bina askeri spor salonu. Menderes ve arkadaşlarının yargılandığı salon. Hemen bu taraftaki küçük ev ise askerlerin kaldığı kulübe. Ada, terk edilmiş bir vaziyette. Binalar, her geçen gün biraz daha çürüyor. Umarım en kısa sürede burası Demokrasi Müzesi olur...

16 Eylül 2011 Cuma

Çarşı, İsrail'e karşı mı?

"Futbol asla sadece futbol değildir" önermesine yürekten inanan biriyim. Futbolun, kitleleri uyuşturup, uyuttuğu önermesini dikkate almakla birlikte, futbolun bunun dışında çok büyük bir "uyaran" olduğuna inanıyorum. Galatasaray'ın UEFA kupasını aldığında, sadece biz değil, bu coğrafyanın tüm mazlumları sevinmişti. Türk Milli Takımı dünya üçüncüsü  olduğunda Filistin'den Bosna-Hersek'e kadar koca bir coğrafyanın insanları ayağa kalkmıştı. Gazze'de, Saraybosna'da, Şam'da Sana'da Türk milli takımının zaferleri sokaklarda kutlandı. İşte bu sebeple dün akşam İnönü'de oynanan Beşiktaş - Maccabi Telaviv maçına da salt bir futbol maçı olarak bakamadım. Filistin'in işgali ile kendisine bir ülke oluşturmaya çalışan, bunu da katliam üzerine katliam yaparak hayata geçiren İsrail, kurulduğu günden beri bölge halklarının nefretini üzerine çekmiş durumda. Mavi Marmara'ya yapılan baskın da bardağı taşıran son damla oldu. 

Maccabi'nin Türkiye'ye gelecek olmasını fırsat bilen Filistin dostları, İsrail'i protesto etmek için ele geçen böyle bir fırsatı kaçırmak istemedi. Ancak, herhangi bir olumsuzluğun yaşanmaması için hayata geçirilen güvenlik tedbirleri abartılınca, Çarşı grubunun da kraldan çok kralcı bir tavra bürünmesiyle dün akşam stadda "dut yemiş bülbül" komedisi vardı. "Şehitler ölmez vatan bölünmez" haricinde dişe dokunur bir sloganın atılmamış olması bence utanılacak bir durumdur. İsrail'i protesto etmek için bilet alıp stada giren Filistin dostları, slogan atma teşebbüsünde bulununca Çarşı grubu tarafından susturuldu, tartaklandı. Allah'tan Beşiktaş 9 şehide karşılık atacağı 9 golün 5'ini bu maçta attı da yüreğimizi ferahlattı. Ancak Çarşı efsanesinin de çöküşü oldu bu maç. 

15 Eylül 2011 Perşembe

İHH yüz akımız, Mavi Marmara onurumuzdur

Palmer Raporu ile birlikte İsrail'in Mavi Marmara saldırısı da tekrar gündemimize girmiş oldu. 9 kişinin şehit edildiği saldırının hemen sonrası Türkiye'nin sergilediği refleksi yetersiz bulmuş birisi olarak aradan 1 yıldan fazla geçmiş bir olayın tekrar gündeme dahil edilmesi ve ardından İsrail ile ilişkilerin kopma noktasına vardırılmasını olumlu buluyorum. Ülke olarak bir kez daha İsrail'e karşı birlik olmanın, Filistin davasına sahip çıkmanın vermiş olduğu hazzı yaşıyorum. Fakat bu konuda canımızı sıkan, moralimizi bozan şeyler de olmuyor değil. Mesela Taraf gazetesinin Mavi Marmara mevzusunda gösterdiği tepkiselliği ne yazık ki anlayamıyorum. Özellikle Ahmet Altan ve Yıldıray Oğur'un bu konuda kaleme aldığı yazılar Filistin davasına gönül vermiş, Mavi Marmara'ya selam durmuş bizleri hayal kırıklığına uğrattı, üzdü, rahatsız etti. Mezkur yazılarda Mavi Marmara'daki aktivistlerin sorgulanması, İHH'nın yıpratılmaya çalışılması vicdanımızı kanattı. Terör Şebekesi İsrail'in yaptıkları ortadayken, bunların yazılıyor olmasına bir anlam veremedik. 

Bilmeyenler için bir kez daha tekrar edelim; İHH yüz akımız, Mavi Marmara onurumuzdur. Bunların hoyratça ve haksız bir şekilde eleştirilmesine gönlümüz rıza göstermez. Herkes haddini bilecek; söyleyecek söze, yazacak cümleye dikkat edecek.   

13 Eylül 2011 Salı

Arap Baharı ve Türkiye

Bölgemiz değişiyor, Ortadoğu yeninden şekilleniyor. Türkiye'nin aktif bir şekilde destek verdiği Arap Baharı, tüm bölgeyi ayağa kaldırmış durumda. Daha bir kaç yıl öncesine kadar ölüm sessizliği içerisinde bulunan, zamanın ruhunu okuyamadığı için eleştirilen, diktatörler ve tek adamların hakimiyetindeki Arap coğrafyası, 2011 başında adeta küllerinden yeniden doğdu. Dedeleri ve babaları, otoriter yönetim altında zillet içerisinde yaşayan gençler, kendilerinden bekleneni yaptı ve başlarındaki yöneticileri alaşağı etti. Arap dünyasında yaşanan bu değişimin motor gücü ise bölgenin ağabeyi Türkiye idi. Bu zaman zarfında devrimini tamamlayan Tunus, Mısır ve Libya ile devrimini tamamlamaya çalışan Suriye, İran, Irak, Cezayir, Yemen ve Bahreyn halklarının gözü her zamankinden daha fazla Türkiye'nin üzerinde oldu. Başbakan Erdoğan ve Davutoğlu'nun büyük çabası sonucu Türkiye, bölgesinde yol gösteren, sözü dinlenen, takip edilen bir ülke konumuna geldi.

Dün akşam tarihi bir günü yaşadık. Başbakan Erdoğan, Arap Baharı'nı yaşayan ülkelere gerçekleştirdiği ziyaretin ilk durağı Mısır'a gitti. Erdoğan'ı havalimanında binlerce Mısırlı karşıladı. Ellerinde Türk bayrakları, kardeşlik mesajı veren pankartlar ve dillerinde teşekkür sloganları ile Erdoğan'ı bağrına basan Mısırlılar, bir anlamda bölgenin liderinin de kim olduğunu tüm dünyaya göstermiş oldu. Komşularla sıfır problem mottosu, bu ülkeye dar geliyordu. Bu motto görevini ifa etti. Şimdi Komşularla birlik beraberlik zamanı. Benim gördüğüm; bölgemizde "yeni bir dünya" kuruluyor. İğneyle kuyu kazılması mesabesindeki bu değişim, daha da derinleşecek ve önce bölgemiz, ardından da tüm dünya yeni bir güne merhaba diyecek... 

6 Eylül 2011 Salı

İsrail ya değişecek ya yıkılacak

Mavi Marmara baskını ile kendi ipini çekme başarısı gösteren İsrail, gün geçtikçe yalnızlaşıp saldırganlaşıyor. Kendini uluslararası hukuktan azade gören İsrail, bugüne kadar her yaptığı sineye çekilen, görmezden gelinen bir ülke olarak yaşadı. Ama artık bu yolun çıkmaz sokak olduğu ortaya çıktı. BM dahil bir çok uluslararası kuruluşun İsrail'e karşı takındığı müsamahakar ve müşfik tavrın sonuna gelindiğinin herkes farkında. 31 Mayıs 2010'dan bugüne kadar İsrail'in yaptığı yanlışın farkına varması ve Türkiye'nin özür ve tazminat taleplerine olumlu yaklaşması bekleniyordu. Ama İsrail, kurulduğundan beri üzerinde taşıdığı "şımarık çocuk" tavrından vazgeçmeyeceğini gösterdi. Şimdi yeni bir döneme girildiği çok açık. Türkiye; BM ve Lahey Adalet Divanı nezdinde İsrail'e karşı yeni bir planı hayata geçirmeye başladı. İsrail, çevresindeki ülkelerde meydana gelen değişimi görmemekte direndi. Arap Baharı'nın kendisine sunduğu değişim avansını elinin tersi ile itti. Normal bir ülke olma fırsatını Türkiye'yi kızdırma pahasına kabul etmedi. İsrail için sonun başlangıcına açılan kapı ardına kadar aralanmış oldu. 

Peki şimdi ne olacak? İsrail ne kadar ayak direrse diresin, eski İsrail değil artık. Arap dünyası demokrasi yolunda büyük mesafe katederken Ortadoğu'nun kalbinde yabancı bir madde yalnızlığı içerisinde yaşayamaz. Ya bu değişime ayak uydurup; işgal ettiği Filistin topraklarından çekilecek, komşularıyla iyi geçinip uluslararası hukuka boyun eğecek. Ya da tüm dünyanın nefretini kazanmaya devam edip, herkesin beklediği sona adım adım ulaşıp yıkılacak. Tecih sırası İsrail'de...    

28 Ağustos 2011 Pazar

Ümmetin Somali'de su kuyuları olacak


Dün, yüzakımız İHH'nın Fatih'teki merkezinde güzel bir tören vardı. Somali'deki dram karşısında boş durmayan 16 Temmuz Gençlik Hareketi, su kuyusu açmak için topladığı paraları İHH Başkanı Bülent Yıldırım'a teslim etti. 16 Temmuz Hareketi'ni tanımayan yoktur. Suriye'de yaşanan katliamlara dikkat çekmek için bir araya gelen gençler, 16 Temmuz'da Suriye sınırında gidip, Esad rejimini protesto edip Suriye halkının yanında olduklarını göstermişlerdi. Ümmete sevdalı gençler, Suriye'den sonra bu kez Somali için herekete geçip Somali halkının en çok ihtiyaç duyduğu temiz su kaynağı oluşturmak için kuyu açma kampanyası başlattılar. 10 kuyu ile başlayan kampanya bereketledi ve 30 kuyuya ulaştı. Ramazan başında başlayan kampanya çerçevesinde toplanan 105 bin dolar İHH'ya teslim edildi. Her bir kuyunun bir de ismi olacak. İslam dünyasının önemli isimler, şehitleri ve kahramanlarının isimleri bu kuyularda yaşayacak.

Açılacak kuyulara, Şehit Furkan Doğan, Şeyh Ahmet Yasin, Şehid Ömer Muhtar, Necmettin Erbakan,  Adnan Demirtürk, Şehid İskilipli Atıf Hoca, Şehid Hasan el-Benna, Şehit İmam Abdullah Harun, Şehit Bahattin Yıldız, Aliya İzzetbegoviç, El- Hacc Malik Şahbaz (Malcolm X ), Bilal-i Habeşi, Hz. Sümeyye, II. Abdülhamid Han, Zeynep Gazali, Şehit Metin Yüksel, Şehit Mücahid Şener, Şehit Seyyid Kutup, Özlem Özyurt, Şeyh Şamil, Şehit Bülent Tuna, Şehid Bilal Yaldızcı, Necip Fazıl Kısakürek, Muhsin Yazıcıoğlu, Bediüzzaman Said-i Nursi, Abdulkadir Geylani, Şehit Faruk Aktaş, Hacı Veyiszade Mustafa Kurucu Efendi, İsa Yusuf Alptekin ve Tahir Büyükkörükçü’nün isimleri verilecek  

25 Ağustos 2011 Perşembe

Libya'da gelen gideni aratmasın

42 yıllık Kaddafi diktatörlüğünün yıkılmasının ardından, gözler buz kez "Libya'da bundan sonra ne olacak" sorusuna çevrildi. Ülkesini bir aile şirketi havasında yöneten, kendisine muhalif olabilecek hiç kimseye söz ve yaşam hakkı tanımayan Kaddafi'nin gitmesi ile birlikte Libya'da artık yeni bir dönem başlayacak. Şimdilik bir bayram havasının yaşandığı ülkede bundan sonra ne olacağı ise bilinmiyor. Yıllardır baskı altında kalan Libya muhalefeti, zafer sarhoşluğu içerisinde devrimlerini kutluyor. Tunus ve Mısır'da olduğu gibi Libya'da da kazanılan bu haklı devrimi can-ı gönülde kutluyoruz. Ancak kafamızdaki soru işaretlerini, temennileri, korkuları da dile getirmekten geri durmamamız gerektiğine inanıyoruz. 

Yeni Şafak yazarı Akif Emre'nin bugün köşesinde dile getirdiği; "Libya'da özetle olan şu: Bir diktatörden kurtarılan Libyalılara görece özgürlük sunulmuş (bu özgürlüğün sınırlarının ne olduğu henüz belli değil), ancak ellerinden onurları ve enerji kaynakları alınmış oldu." görüşünün aceleyle dile getirildiğini düşünüyoruz. Evet, muhaliflere NATO yardımcı oldu. Evet, Yeşil meydan'da batılı liderlere teşekkür pankartları açıldı. Evet, Batılı şirketler ülkedeki petrolü paylaşmak için ellerini ovuşturmaya başladılar. Evet, muhalifler Batılılara kesin bir red cevabı vermiyor. Ancak, şu an Libya'da çok hassas bir denge söz konusu. Ben bunu Türkçemiz'de yer alan güzel bir deyimle açıklıyorum: Köprüyü geçene kadar ayı'ya dayı demek. Umarız; gelen gideni aratmaz, Libya halkı yağmurdan kaçarken doluya tutulmaz. Umuyorum ki; Libyalı muhalifler diktatör Kaddafi'yi alt ettikleri gibi ülkelerindeki enerjiyi ele geçirmenin planlarını yapan emperyalistleri de alt ederler.  Ömer Muhtar'ın torunlarına da bu yakışır zaten...

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Suriyeli muhalifler İstanbul'da buluştu

Dün, Suriyeli muhaliflerin İstanbul'da düzenlediği toplantıdaydım. Aylardır devam eden isyanı dışardan takip eden bir gazeteci olarak ilk kez muhaliflerle bir araya gelip, ilk ağızdan onları dinledim ve sorularıma cevap aradım. Çoğu sürgünde yaşayan Suriyelilerin düzenlediği toplantının ismi "Suriye Ulusal Meclisi" olarak belirlenmişti. Yani bir anlamda Suriyeli muhalifler, ülke dışında Suriye halkının meclisini kurmuş oluyordu. Esad rejimi karşıtı çabalarını koordine etmek için İstanbul'da 3 gün boyunca değerlendirme toplantısı düzenleyen muhalifler, en geç iki hafta içinde Suriye Ulusal Meclisi'nin çalışmaya başlayacağını ve bu mecliste görev alacak isimlerin de açıklanacağını duyurdu. Suriye'deki her şehirden, her etnik gruptan temsilcilerin adaletli bir şekilde bu mecliste yer alacağına dikkat çekildi. 

Görüştüğüm muhaliflerin moralini yüksek buldum. Libyalı muhaliflerin zafere ulaşmasının etkisinden bahsettiler; "Libya halkını tebrik ediyoruz, biz de zafere ulaşcağız ancak bunu dış müdahale olmadan başarmak" istiyoruz mesajı verdiler. Aslında onlar da uzun soluklu bir mücadele içinde olduklarının farkında. Hiç bir ayrımcılığa meydan vermeden tüm Suriye halkının çıkarını savunan demokratik bir yönetim istediklerini dile getiriyorlar. Gördüğüm ve sevindiğim bir nokta; Suriyeli muhalifler, Irak ve Libya'da yaşananları sorguluyor, aynı hatalara düşmemek için yoğun çaba sarfediyorlar.    

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Bu devrim, Ömer Muhtar'ın torunlarının zaferi

Bir devrim daha amacına ulaştı. Bir diktatör daha yolun sonuna geldi. Bir halk daha zalimlere galebe çaldı. Ömer Muhtar'ın torunları yönetimi ele geçirdi. Libya'da 42 yıllık Muammer Kaddafi dönemi fiilen sona erdi. Muhalifler, aylar süren mücadele sonrasında nihayet başkent Trablus'a girdi. Devlet televizyonu ile radyosu gibi kilit yerler ele geçirilirken, Kaddafi'nin üç oğlu da teslim oldu. Muhaliflerin merkezi Bingazi ve başkentin ünlü Yeşil Meydanı'nda yüz binlerce Libyalı devrimin başarıya ulaşmasını kutluyor. Bizler de Libyalıların analarının ak sütü gibi helal olan bu devrimlerini tebrik ediyoruz. Allah utandırmasın. Şunu unutmamalıyız ki; bu Libyalıların zaferi. Bu, Bingazi'den yola çıkan Ay Yıldızlı yiğitlerin zaferi. Kendi çıkarılarına geldiği için tepeden 3-5 bomba atanların değil. Aylardır cephede dövüşen mertlerin zaferi. Tek dertleri Libya'nın petrollerini ele geçirmek olan akbabaların değil, zalimlere diz çöktürenlerin zaferi. Şimdi bu zaferi kutlama zamanıdır. Bu devrim doyasıya kutlanmalı. Ardından da Libya, yeni baştan inşa ve ihya edilmeli.  

19 Ağustos 2011 Cuma

Türkiye Somali'de

Bazı fotoğraflar vardır ki; anlamına dair ne söylenirse az kalır. İşte bunlardan birisine bugün şahitlik ettik. Açlık tehlikesi ile karşı karşıya kalan ve neredeyse tüm dünya tarafından yalnızlığa terk edilen Somali'ye, Başbakan Erdoğan kalabalık bir ekiple gitti. "Türkiye Somali kardeşliği"ne dair atılan bu adım, alkışı ve duayı fazlasıyla hak ediyor. Türkiye'nin Somali için göstermiş olduğu bu jestin devamının geleceğini ekranlardan izledik. Erdoğan, Somali'ye dair yapılacakları bir bir anlattı. TOKİ marifetiyle başkent Mogadişu'ya hastane yapılacağı, yolların imar edileceği, Somali'nin adeta yeni baştan inşa edileceği müjdesini verdi. Somali için güzel günlerin kapıda olduğuna dair bir umudu taşıyorum. Elhamdulillah... 

18 Ağustos 2011 Perşembe

Ümmetin gençleri Somali kadar doydu

Şu günlerde bir gençlik hareketi, "Bizim ümmet takıntımız var" diyerek çok güzel işlere imza atıyor. Adem Özköse öncülüğünde oluşturulan 16 Temmuz Gençlik Hareketi, kurulduğu ilk günden bu yana, ümmetin ortak dertlerine çözüm üretme gayesiyle farklı çalışmalar yapıyor. 16 Temmuz 2011 tarihinde gerçekleştirdikleri “Suriye için sınırlara dayanıyoruz” eylemi ile Suriye'deki katliamlara dikkat çektiler. Baas rejiminin halka yaptığı zulme karşı Türkiye’yi duyarlı olmaya çağırdılar. Bunda da başarılı oldular. Onlar şimdi de, Afrika'da açlık tehlikesi ile karşı karşıya kalan kardeşleri için harekete geçti. "Sınırılar sizin, Afrika bizim olsun" diyerek tüm Türkiye çapında büyük bir kampanya başlattılar. Şimdiden Afrika'da 20 kuyu yaptıracak kadar para topladılar bile. 16 Ağustos Salı günü ise İstanbul, Ankara ve Samsun'da Afrika için, ümmetle beraber iftar ettiler. Hurma, Simit ve Su'dan oluşan muhteşem iftar menüsü ile Somalili kardeşleri kadar doydular.

Daha önceden yapılmış bir programım olması sebebiyle ben bu güzel iftara katılamadım. Ama gençlerin böyle güzel işler yapıyor olmasını yürekten destekliyorum. Ümmet bilincinin ne demek olduğunu bize yaşayarak gösteriyorlar. Dün Suriye için ayağa kaltılar, bugün Afrika için bir şeyler yapmanın telaşı içerisindeler, eminim yarın başka bir ümmet diyarı için dayanışma içinde olacaklar. Böyle bir gençlik hareketinin Türkiye'den yola çıkmış olmasını büyük bir şans olarak değerlendiriyorum; bu gençlerin her birine gıpta edilir, dua edilir...  

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Afrika sizden hesap soracak


Sömürdünüz... Koca bir kıtayı iliklerine kadar sömürdünüz. Zenginlik namına ne var ne yok kendi hesabınıza aktardınız. Atalarını köle olarak kullandığınız insanların torunları şimdi açlık tehlikesi ile yaşam mücadelesi veriyor. Birleşmiş Milletler'den Dünya Gıda Örgütü'ne kadar sömürge ülkelerin tüm kurum ve kuruluşları bu sınavdan ne yazık ki sınıfta kaldı. Somali'ye yine "yolu gözlenenler" yardım eli uzattı. 

Ramazan'ın gelmesi ile birlikte harekete geçen Türk halkı bir baştan başa Somali için kanat çırpıyor. Her evden, her kişiden zekatlar, fitreler, sadakalar Somali için yola çıkıyor. Başbakan Erdoğan da 18 Ağustos'da Somali'yi ziyaret edecek. Ümmet, bir kez daha kardeşi için ayağa kalktı. Önce açlık tehlikesi giderilecek ardından, Somali'nin bir daha açlığa düçar olmaması için çalışılacak. Vira Bismillah...   

10 Ağustos 2011 Çarşamba

İngiliz Baharı...


Her şey bir rüzgara bakıyor ağabey
Bakma esrar çekip mayıştıklarına 
Bir gün var ya bir gün bu mağribli çocuklar, 
Bir gün yakacaklar Paris'i...

[Hakan Albayrak]

9 Ağustos 2011 Salı

Beşar Esad, Ahmed Davutoğlu'na ne diyecek?

Zor zamanlardan geçiyoruz. Savaşın kapıda olduğuna dair yorumların yapıldığı, rollerin belirlendiği, safların ayrıldığı bir dönemdeyiz. Dışişleri Bakanı Ahmed Davutoğlu Suriye'de Beşar Esad ile görüşüyor. Dünyanın gözü kulağı Şam'dan gelecek haberde. Esad'ın vereceği mesaja göre dünya konumunu belirleyecek. Nefesler tutuldu bekliyoruz.

Komuşumuz Suriye'de yaşananlara an be an şahit olduk. Askeri birliklerce operasyona uğrayan şehirler, katledilen insanlar, işgale sürüklenen bir ülke... Babasından farklı olduğuna inandığımız, ılımlı ve anlayışlı bir devlet adamı olduğunu sandığımız Beşar Esad, ne yazık ki; Türkçe'deki güzel bir deyimle kalıbının adamı çıkmadı. Arap Baharı ilk kez Tunus'da görüldüğünde reform yapacağı sözü veren Esad, ne yazık ki vaat ettiği reform yerine katliam hediye etti halkına. İş çığırında çıktı. Geri dönüşü olmayan bir yola girdi Esad. Ülkesini adım adım işgale hazırladı. Saddam'ın, Kaddafi'nin düştüğü yanlışa şimdi Esad düşüyor. Anlaşılan akılsız diktatörlerin ceremesini yine halkları ödeyecek. Umarım, Esad Davutoğlu görüşmesinden geri dönüşü olmayana kötü bir sonuç çıkmaz.   

8 Ağustos 2011 Pazartesi

“Ağzınızın Tadını Bozmaya Geldik”

Afrika'da insanlar ölüyor. Açlıktan, susuzluktan birer birer ölüyor. Gözlerimizin içine baka baka, insanlığımızı sorgulaya sorgulaya ölüyor. Daha anne kucağından dünyaya inmemiş çocuklar bir lokma yiyemeden kuş olup gökyüzüne uçuyor. Afrika'da insanlar değil, insanlık can çekişiyor. Ve birileri hala dünya umurunda olmadan lüks otellerin şatafatlı salonlarında, fasıl eşliğinde kuş sütü eksik iftarlar yapıyor, Allah'a şükredek(!) oruçlarını açıyor. İnsan olmanın daha da önemlisi Müslüman olmanın gereğidir aç bir kardeşimizin olması durumunda onun çektiği ızdıraba ortak olmak. Bu bilince sahip olmayan bir Müslüman'ı ise uyarmak, onun ağzının tadını bozmak, kuma gömülmüş kafasını çıkarmasını sağlamak her Müslüman'ın üzerine yükümlülüktür. İşte bu yükümlülüğün farkında olan bir avuç insan, Cumartesi günü İstanbul'daki lüks bir otelin önünde alternatif bir iftar programı düzenledi. Emek ve Adalet Platformu’nun düzenlediği “Lüks Otel İftarlarını Protesto” buluşması anlamlı bir İftar ile orucunu açtı. Yazar İhsan Eliaçık, Murat Menteş, Hidayet Şefkatli Tuksal, Emine Uçak Erdoğan ve tiyatrocu Ulvi Alacakaptan'ın da katıldığı iftarda mütevazi bir sofra kuruldu ve sokak çocuklarından Afrikalı göçmenlere kadar kim varsa hep birlikte oruç açıldı iftar yapıldı. 

İftar sonrası konuşan İhsan Eliaçık, dünya üzerindeki açlık ve yoksulluğa dikkat çekti; "Somali’de 5 yaşından küçük 29 bin çocuk son 3 ay içerisinde açlıktan öldü. Yeryüzünde 1 milyar 2 yüz milyon aç insan var. Açlık ve yoksulluk Kur’an’ı Kerim’in en temel meselesidir. Yanında asgari ücretle işçi çalıştıranlar kıldıkları namazı gözden geçirmelidirler. Bir ay boyunca herhangi bir açın yüzüne bakmadan lüks otellerde iftar açanlar tuttukları orucu gözden geçirmelidirler. Kur’an’a göre, sultanlar Allah’ın yeryüzünde gölgesi değil; yoksullar ve açlar yeryüzünde Allah’ın yüzüdürler."
Hep birlikte iftar yapılmasının yanı sıra, otel önüne anlamlı sözlerin yazıldığı dövizler de bırakıldı: “Orucunu Kapitalizmle Bozma” “İsraf Değil İnsaf”, “İftar Menü: 316 TL, Asgari Ücret: 658 TL”, “1 Milyar İnsan Hangi Suçundan Dolayı Aç”, “İnsanlığa Açız”, “Ramazan Festival Değildir- İftar Zengin Eğlencesi Değildir”, “İstanbul İçin Utanç Vakti”, “Ağzınızın Tadını Bozmaya Geldik” 

Ben bu protestoyu önemsiyorum. Ben bu duyarlılığa şapka çıkarıyorum. Ben bu güzelliği alkışlıyorum. Kimseye sataşmadan, saldırmadan, bozgunculuk çıkarmadan adam gibi bir protesto böyle olur işte.