29 Ocak 2009 Perşembe

Her eylem yeniden diriltir beni



İsrail Konsolosluğu önüne gitmek için işten çıkıp yola koyuluyorum. Amacım; günlerdir devam eden abluka eylemine destek vermek. Kafamda bin bir türlü düşünce var: Bu soğukta kimse var mıdır acaba? Nasıl bir atmosfer bekliyor beni? Taksim’den metroya biniyor ve Levent durağında iniyorum. Heyecanlı ve hızlı adımlarla merdivenleri tırmanıyor ve dışarı çıkıyorum. Yüzümü yalayan soğukla, daha bir sokuluyorum kabanıma. Aynı anda gözüme; Filistin bayrakları, Filistin kefiyeleri, Filistin atkıları, Filistin şapkaları satan seyyar satıcılar çarpıyor. Yol boyu dizilen onlarca satıcı, gelip geçenlere Filistin’i hatırlatan ne varsa gösterme derdinde. Yanından geçtiklerime “hayırlı işler” diliyorum. İlikleri donduran bir soğuk hüküm sürüyor İstanbul’da. Saatime bakıyorum: 21:40
Yanımdan yöremden ellerinde Filistin bayrağı, boyunlarında Filistin kefiyeleri olan kişiler geçiyor. Kimi oğlunun / kızının elinden tutmuş, kimi arkadaşlarıyla, kimi eşiyle düşmüş yollara, konsolosluğa doğru emin adımlarla yürüyorlar. Her duran İETT otobüsünden onlarca Filistinli iniyor. Her birinin heyecanı yüzünden okunuyor. Bir şeye geç kalmışlığın verdiği aceleyle yürüyorlar. Uzaktan bir marş çalınıyor kulağıma, Ahmet Yasin’e methiyeler dizen Arapça nameleri duyuyorum. Yol kenarına sıra sıra arabalar park ediyor; içlerinden ailecek Filistinliler iniyor. İsrail’in ağır bombardımanından vakit bulanlar, soluğu İstanbul’da alıyor. Çoluk çocuk, genç yaşlı, kadın erkek onlarca, yüzlerce Filistinlinin arasına karışıyorum ben de. Soğuk, daha bir hissettiriyor kendini, ben ağır ağır ağlıyorum…

Tkp'liler gün boyu insanlık nöbetindeler

“Filistinli kardeşlerimiz için yardım edelim” diyor bir genç, elinde ihh’nın kumbarası. Orta yaşlarda bir kadın, evinde hazırladığı yiyecekleri ikram ediyor gelene geçene; “Filistin’e yardım edin lütfen” diyerek. “Filistin bayrağı verelim ağabey” diyor bir diğeri. Köfteciler, gözlemeciler, simitçiler aç gelenleri doyurma telaşında. İsrail Konsolosluğu’na yaklaştıkça, daha bir Filistin’e dönüyor her yer. Marşların sesi daha bir gür çıkıyor. Bayraklar daha bir aşkla dalgalanıyor ellerde. Kalabalığın arasına girmeden, dışardan bakmak istiyorum herkese. Az ilerde gün boyu “insanlık nöbeti” tutan kızlı erkekli TKP’liler. Bir tenekenin içinde yaktıkları ateşle ısınıyorlar. Ellerindeki parti bayraklarını hiç ara vermeden sallıyorlar, “biz de buradayız” dercesine… Konsolosluk yolunu polis ekipleri barikatlarla kapamış. Kimseye geçiş izni vermiyor. Polislerin hemen önlerinde ise HAMAS flamaları ile asker ciddiyeti içerisinde duranlar dikkatimi çekiyor. Gazze cephesinden henüz gelmiş gibi bekliyorlar, biraz sonra geri döneceklermiş gibi bakıyorlar etrafa. Hepsi beyaz kefenler içerisinde. “Zafere bir adım kaldı” diyor bakışları.

Kadınlar bir tarafa toplanmış. Gazze’de ölen her çocuğun annesi onlar. Dinmeyen bir acı ve öfkeye sahipler. Öfkeyle İsrail’e lanet okuyorlar. Ana yüreğinin bedduasını alıyor İsrail. Bıraksalar, Tel Aviv’e kadar gidecekler. Yolun hemen karşısında, bir kız çocuğu babasının bacaklarının dibinde, boyundan büyük bir Filistin bayrağını sımsıkı tutmuş sallıyor. Gazze’de cennete kanat çırpan yaşıtlarına, İstanbul’dan selam yolluyor. Burnu soğuktan kıpkırmızı olmuş, ama o aldırmıyor hiç bir şeye. Hemen yanı başında yaşlı bir amca, dudakları kıpır kıpır; dua okuyor. Slogan ata ata bir grup geliyor arkalardan; “Genç Fenerbahçeliler söz verdi, Filistin senin özgürlüğün için…” diye bağırıyorlar hep bir ağızdan. Takımları için söyledikleri marşları, Filistin için yeni baştan düzenlemişler. Birden hareketleniyor kalabalık. Biri “Tekbir!” diye bağırıyor. Bir baştan bir başa Gazze dalgalanıyor. Biri “Tekbir!” diye bağırıyor, bir baştan bir başa İstanbul sarsılıyor. Biri “Tekbir!” diye bağırıyor, Tel Aviv korkuyla içine kapanıyor. Biri “Tekbir!” diye bağırıyor, sanki Kudüs kırıyor zincirlerini. “Allahuekber! Ümmet buraya toplanmış” diyorum, gözyaşlarımı kimse fark etmiyor.

Herkes beyaz kefenler içerisinde

Her geçen dakika, kalabalığın sayısı daha bir artıyor. Herkes bembeyaz kefenler içerisinde. Gazze’de şehit düşenleri temsilcileri olarak buradalar sanki. Saatime bakıyorum; 22:05 Kur’an-ı Kerim okunmaya başlıyor. Kalabalıktan çıt çıkmıyor. Kim okuyor bilmiyorum ama önce sesi titriyor, ardından boğazı düğümleniyor… Kalabalıktan hıçkırık sesleri duyuluyor. İlk defa nazil oluyormuş gibi dinleniyor ayetler. Az ilerde polisler, bu tarafta biz. Soğuktan daha bir sokuluyorum kabanıma.
Şeyh Ahmet Yasin’in, Hasan Nasrallah’ın, İsmail Haniye’nin posterleri taşınıyor ellerde. Kürsü olarak kullanılan yüksek bir masaya çıkıyor biri. Eline mikrofonu alıyor ve besmele çekerek konuşmasına başlıyor. Nurettin Şirin bu… Ömrünün 8 yılını “Özgür Kudüs” için hibe eden adam. “Kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla tek yürek ve tek beden olarak beyaz kefenlere bürünüp buraya geldik. Siyonist düşman karşısında Gazze'nin savunulması uğruna feda olmaya hazır olduğumuzu haykırmaya, dosta düşmana bunu göstermeye geldik.” Diye konuşuyor. Konuşması sık sık sloganlarla kesiliyor. “Kardeşlerim… Kardeşlerim! bir konuşmamı bitireyim, hep birlikte slogan atacağız” diyor, ama kalabalık susmuyor. Daha bir gür sesle yankılanıyor sloganlar. Dayanamıyor, Şirin de katılıyor koroya: “Hamas’a selam, direnişe devam!” “Hamas burada, Siyonistler nerede!” Zorlukla tamamlıyor konuşmasını. Müjdeli haberler veriyor. O gün içerisinde öldürülen İsrail askerlerinin sayısını veriyor. Kalabalık “Allahuekber” diye çağlıyor. Atılan her Katyuşa roketinin nerelere düştüğünü söylüyor. Kalabalık “Allahuekber” diye çağlıyor… Sesi kısılan Nurettin Şirin, mikrofonu, yüz akımız İHH’nın emektar başkanı Bülent Yıldırım’a bırakıyor. “Kardeşlerim! Komutan Halid Meş’al’in yanından, Şam’dan yeni geldim. Hepinize selamı var!” diye başlıyor konuşmasına. Kocaman bir Vealeykumselam havalanıyor İstanbul’dan. Önce Gazze’ye, ardından Şam’a ulaşıyor. “Sizler bıkmadan usanmadan böyle bir araya geldiğiniz sürece, biz zafere emin adımlarla gideceğiz. Gazze’nin direnişi ümmetin direnişidir. Biz kazanırsak ümmet kazanacak, biz kaybedersek ümmet kaybeder diyor Halid Meş’al” diye anlatıyor Yıldırım. Kalabalık daha bir coşuyor. Sloganların ardı arkası kesilmiyor. Kalabalığın farklı yerlerinden alevler yükseliyor, İsrail bayrakları birer birer ateşe veriliyor. “Hepimiz Filistinliyiz” diye haykırıyor kalabalık. Ay yıldızlı bir Filistin bayrağına takılıyor gözüm. Bayrağın kırmızı şeridi üzerine ay yıldız işlenmiş. Şaşırıyorum. “Nerden buldunuz? Bunu” diye soruyorum. “Özel yaptırdık” diyor. Bayrak hoşuma gidiyor. “Filistin Meclisi yasa çıkarıp; yeni bayrağımız bu olsun derse” diyorum. “Bundan daha doğal ne olabilir ki; oralar daha düne kadar Osmanlı toprağıydı ağabey” diyor adam. Gülüyorum.

Artık her siyonist hedeftir
Ana yolun kenarına geçiyorum. Saatime bakıyorum 22:50 Hiç gidesim yok, fakat yolum uzun. Tanıdık bir yüz arıyorum, arabası olan. Biraz daha kalmak için planlar kuruyorum. Göz alabildiğine her yer Filistinli kaynıyor. Yolun sonuna doğru bakıyorum; akın akın insanlar konsolosluk ablukasına destek vermeye geliyor. “Küresel İntifada”nın ete kemiğe bürünmüş hali. Bir bardak çay alıyorum seyyar çaycıdan. İçimi ısıtıyorum. Hava o kadar soğuk ki; ayaklarımı hissetmiyorum bile. Filistin kefiyeli iki genç yol duvarına; “Artık her Siyonist hedeftir” yazısını yazıyor. Az ilerisine; “istikbal İslam’ındır” cümlesini nakşediyor. Tebessümle izliyorum. Zaman ilerledikçe kalabalık daha bir artıyor, yola taşıyor. Trafik aksıyor. Araçların camlarını açıp el sallıyor yoldan geçenler. Kimisi Filistin bayrağını sallıyor açık camından. Korna sesleri hiç susmuyor. Her yer ışıl ışıl. Her yaştan insan heyecanla dahil oluyor eyleme. Saatime bakıyorum: 23:15 çaresiz adımlarla kalabalıktan ayrılıyorum. Yolun sol tarafından akın akın insanlar geliyor. Bebekler görüyorum. Filistin sıcağına sarılmış. Soğuğa aldırmıyor hiç birisi. Az ilerden bir grup genç, slogan ata ata yürüyor. Metroya iniyorum. Eylem sabah saatlerine kadar sürecek. Özgür Filistin kurulana kadar da devam edecek. Kardeşlerini soğuğa rağmen yalnız bırakmayan insanların olmasına seviniyorum. “Yarın, yine aynı saatte buraya geleceğim.” diye söz veriyorum kendime. Dudaklarımda Mehmet Akif İnan’ın ölümsüz mısraları: Her eylem yeniden diriltir beni / Nehirler düşlerim göl kenarında.”