24 Temmuz 2009 Cuma

18 ocak'tan 29 Ocak'a davos


Tarih, 18 Ocak'ı bir zaferin ilan edildiği gün olarak kaydedecek. Bu konuda en ufak bir kuşkuya sahip değiliz. Kara savaşını göze alamayan İsrail'in, havadan bombardıman yaparak sürdürdüğü bu vahşi savaşın son bulduğu günü, Gazze'nin direndiği, teslim olmadığı, af dilenmediği, yiğit, başı dik bir şekilde İsrail'i ateş kese mecbur bıraktığı bir tarih olarak anımsayacağız. 18 Ocak kadar anımsanacak bir tarihimiz daha var; Başbakan Erdoğan'ın Davos Ekonomik Forumu'nda, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres'e söylediği sözler, kullandığı beden dili ve toplantıyı bitiren tavrının gerçekleştiği tarih 29 Ocak... Gazze'den İstanbul'a, Tahran'dan Caracas'a kadar, tün mazlum milletlerin duygularına tercüman olan bir devlet adamının -belki gecikmiş- ama sonuna kadar haklı tavrına şahitlik ettiğimiz bir tarih 29 Ocak... Uzun bir aradan sonra ilk defa o akşam televizyon başında gözü yaşlı, yüreği coşkulu ve uykusuz geçirdik bir geceyi. Duaların ardı arkası kesilmedi. Bıkmadan seyredilesi keyifli siyasi bir röveşata tadındaydı her şey…
İnsan ömrüne sığmayacak kadar ilginç ve bir o kadar da bereketli zamanları yaşıyoruz. 22 Günlük savaş, direniş ve zafer... Cennete kanat çırpan çocuklar için, yavrusunu kaybeden anneler için, vatanlarını savunan yiğitler için yüreği yanan koca bir ümmet. Gazze için ayağa kalkan ümmetin; "Bağımsız Filistin Devleti kurulmadan oturmak bana haramdır" diyen tavrı. Hepsini bir aydan daha kısa bir zaman diliminde yaşadık. Ve yaşamaya da devam ediyoruz. Erdoğan'ın Peres'in yüzüne karşı; "Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz!" haykırışıyla özetlenebilecek bir tavra şahit olduk Davos'ta. Sonrası malum. Bir yanda; ellerinde Türk bayrakları ve Erdoğan posterleri ile kutlamalar yapan Gazzeliler ve diğer yanda ise bu sözlere İsrail'den daha fazla içerleyen İsrail yanlıları... Erdoğan'ın Davos çıkışını alkışlıyoruz. Ancak bu çıkışın bizi "tavır sarhoşu" etmesine izin vermeden, Bağımsız Filistin davasını savunmaya kaldığımız yerden devam etmeliyiz.

Erdoğan'ın Peres'e ve onun şahsında işgalci İsrail Devletine söylediği sözlerin satır aralarının iyi okunması gerekiyor. Gazze savaşı bitti, fakat bu savaşın niçin çıktığı, savaştan önceki ateşkesin hangi şartlarda devam ettirilmek istendiği, Hamas'ın niçin ateşkesi uzatma taraftarı olmadığı tam olarak anlaşılamadı ve halen yanlış yorumlanıyor. Siyonist propagandanın bilinçli bir şekilde gözlerden ırak tutmaya çalıştığı gerçeklerin iyi bilinmesi gerekiyor. Davos, bu gerçeklerin tüm dünya kamuoyuna duyurulmasına iyi bir zemin sağladı. Erdoğan, bu zemini iyi kullandı. İşte

Erdoğan'ın unutulmaması gereken satır araları:
1-İsrail ile Hamas arasında Haziran 2008 tarihinde başlayan ateşkes süreci içerisinde Gazze'den İsrail'e bir tane dahi roket atışı olmadı.
2-Bu ateşkes anlaşmasının içeriğinde; İsrail tarafının Gazze'ye uygulanan abluka ve ambargoları kaldırması gerekiyordu. Fakat bu sözler yerine getirilmedi. Gazze adeta açık hava hapishanesine çevrildi. İnsanlıktan tamamen tecrit edildi. Yani herhangi bir kapısından Filistin'e bir sandık domates sokmak isterseniz bu İsrail'in müsaadesine bağlı. İsrail müsaade etmedikçe siz Filistin'e bir sandık domates sokamazsınız. İşte adına ateşkes denen anlaşmanın yerine getirilmeyen sözleri ve Gazzelilere reva görülen muamele...
3-İsrail Başbakanı Ehud Olmert'e soruyorum; "Madem bu füzeler atılıyor diyorsunuz, peki, bu füzeler sebebiyle ölen İsrailli var mı?" Cevap: "Ölen kimse yok" 6 Aylık ateşkes süresince ölen bir tane dahi İsrailli yok iken, bu 6 ay içerisinde 28 Filistinli İsrail saldırıları sonucu hayatını kaybetti. Yani fiilen ve alenen ateşkesi bozan taraf İsrail olmuş oluyor. Fakat dünyaya, ısrarla ateşkesi Hamas'ın bozduğu propagandası yapılıyor.
4-"Plajda öldürülen çocukları unutmadık...'" İlk başta anlamı çözülemeyen bu cümle, içerisinde derin bir anlam ve derin bir sızıyı barındırıyor. 9 Haziran 2006 tarihinde, yani ateşkes süreci içerisinde Gazze sahilinde piknik yapan Galya ailesinin 7 ferdi İsrail füzeleri ile vuruldu... Gazze sahilinde kamp yapan askeri bir birlikten, İsrail'i tehdit eden her hangi bir oluşumdan bahsetmiyoruz. Tek amaçları güzel Gazze sabahında Akdeniz sahilinde vakit geçirmek olan masum bir ailenin katledilmesinden bahsediyoruz. İşte; Erdoğan'ın Peres'in gözünün içine bakarak söylediği cümlenin anlamı budur. Bu olayı hiç kimsenin unutmaya hakkı yok...
5-Saldırıların başladığı 27 Aralık'tan 4 gün önce Ankara'ya gelen Olmert'e; "Hamas'ın elinde bulunan İsrail askerinin salıverilmesine karşılık siz de İsrail zindanlarında tutulan Filistin Meclis Başkanı ve Milletvekillerini serbest bırakın" dedim. Olmert, cevap olarak; "Bunları serbest bırakırsak Mahmud Abbas kriz geçirir!" dedi. Erdoğan'ın; "Bunu artık açıklamak zorundayım" diyerek anlattığı bu pazarlık unutulmuş bir gerçeği gün yüzüne çıkardı. 2006'da yapılan ve Hamas'ın %60'la iktidara geldiği seçimin sonucunda İsrail Filistin Meclisi'ni işgal etti ve Meclis Başkanı olmak üzere çok sayıda milletvekilini tutukladı. Gazze halkının oyları ile seçtiği vekiller 3 senedir haksız yere İsrail hapishanelerinde tutuluyor. Dünyanın ayağa kalkması gereken bu olayı ne yazık ki bizler de unutmuştuk fakat Erdoğan Davos'ta bir kez daha hatırlattı. Milletvekillerinin serbest bırakılmalarına -9 Ocak'ta görev süresi bitmesine karşın hukuksuz olarak görevine devam eden- Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'ın gösterdiği refleksi de Olmert'in ağzından öğrenmiş oluyoruz. Bu sözlerden; Hamas'ın, İsrail işgale karşı pasif durmakla suçladığı Abbas'ın, sadece pasif değil aynı zamanda işbirlikçi bir tutuma da sahip olduğunu üzülerek görmüş olduk.
6-İsrail'in Gazze'yi denizden, havadan ve karadan bombalaması sırasında; çok sayıda cami, okul, hastane ve kamu binası vuruldu. Bunların yanında BM'nin de çok sayıda okulu ve binası bilinçli bir şekilde bombalandı. BM Güvenlik Konseyi acil olarak toplandı ve savaşın durdurulması için karar aldı. Ancak İsrail BM kararlarını tanımadığına dair açıklama yaptı. Fakat BM bu açıklamaya rağmen İsrail’e herhangi bir yaptırımda bulunmadı. Irak'ın Kuveyt'i işgalinde 48 saat içerisinde Irak'ın üzerine çullanan BM, söz konusu İsrail olunca ölüm sessizliğine büründü. Savaş bitti. Acaba BM vurulan binaları için herhangi bir soruşturma başlatacak mı?
Erdoğan'ın; savaşın öncesini, savaş ânını ve savaş sonrasını çok net bir şekilde gözler önüne serdiği tarihi konuşmasından unutulmamamsı gereken 6 maddeye kısa ve öz olarak dikkat çektik. İsrail manipülasyonu ile olayları yanlış yorumlayan milyonlara gerçeklerin en sahici halleri ile gösterilmesi gerekir. Davos bize bu fırsatı fazlasıyla sundu.

17 Haziran 2009 Çarşamba

Hay Allah Faruk...


hay allah faruk, seni kaybettik, gözümüze görünmez oldu gökyüzü
hay allah faruk, uzaktan bir güvercin geçer gibi oluyorsun, biliyorsun, susuyorsun
hay allah faruk, bardakta çayın yarım kalır gibi kalkıyor trenler istasyondan
hay allah faruk, beşiktaş şampiyonluğa koşuyor sen cennete
hay allah faruk, elimiz ayağımıza dolanıyor, bi dur, bu ne acele...

15 Mayıs 2009 Cuma

Filistin'de şafak söküyor


61 yıllık işgalin geldiği son nokta; Gazze Katliamı oldu. Dünyanın kanıksamaya, yok saymaya, görmezden gelmeye başladığı işgal, yeniden en derinden, en sarsıcı, en kanlı, en acımasız haliyle karşımıza çıkıverdi. Kendini, sinsi bir soğuk kanlıkla unutturmayı başaran İsrail, yine en iyi bildiği işi yaparak çıktı karşımıza; sivilleri, çocukları, kadınları ve yaşlıları öldürmek, evleri, hastaneleri, camileri, okulları bombalamak... Bundan başkasına kafa yormayan işgalci bir devlet olarak tekrar tanıttı kendini. Savaş bitti, ateşkes sağlandı. Vicdan sahibi herkesin nefretini kazanan İsrail, hayal ettiği hiç bir kazanca ulaşamadı. Henüz hiçbirimiz farkında değiliz, ancak yeni bir dönemin eşiğindeyiz. Gerçek Hayat'ın 9 yıl önce, 1. sayısında kapaktan duyurduğu "Filistin’de şafak söküyor" müjdesi, işte şimdi hayat buluyor. Dünyanın 4. büyük ordusuna sahip olan İsrail ve karşısında el yapımı silahlarla vatanlarını savunan Filistinliler ve 22 gün süren bir savaş... Denizden, karadan ve havadan en modern ve en yeni silahlarla 22 gün boyunca bombalanan bir şehir. Ve bu uzun günlerin sonunda bir avuç insanın kazandığı haklı ve bir o kadar da şanlı bir zafer. Önce zaferimizi kutlayalım; "Zaferimiz mübarek olsun" diyelim. Umarım bu zafer, yeni ve büyük zaferlere kapı açar.

Gazze bizim neyimiz oluyor?
Gazze'nin İslam dünyası ve Filistin açısından önemi çok büyük. Öncelikle; büyük İslam müçtehidi İmam Şafi'nin memleketi Gazze. Kendi adıma itiraf etmeliyim ki; bu bilgiye 22 günlük savaştan sonra sahip oldum. Gazze'nin Filistin için önemi ise; Hamas'ın 1987 yılında Şeyh Ahmet Yasin liderliğinde bu şehirde kurulmasıdır. 1948 yılından, yani fiili işgalden, bu tarihe kadar Filistin davası, FHKC (Filistin Halk Kurtuluş Cephesi) gibi Marksist sol örgütlerin ve FKÖ (Filistin Kurtuluş Örgütü) gibi laik milliyetçi grupların mücadelesine emanet edilmişti. İslam’ın ilk kıblesini bağrında barındıran bu topraklarda kurtuluş mücadelesi İslam şuuru olmaksızın el yordamıyla sürdürülüyordu. Hamas'ın kurucularına yakından baktığımızda hemen hemen hepsinin Mısır'da Hasan El Benna'nın kurmuş olduğu İhvanı- Müslim’in (Müslüman Kardeşler) teşkilatının tedrisatından geçmiş kişiler olduğunu görürüz. 1987 yılına kadar silahlı, örgütlü, askeri bir mücadeleye soğuk bakan Filistinli Müslümanlar, İsrail işgalinin hem Filistinliler hem de diğer Araplar ve Müslümanlar tarafından kanıksanmaya başlandığını fark etmeleriyle birlikte, bir tomurcuk gibi patlayan İntifada'nın da el vermesiyle, Hamas'ı kurmuş oldular. Hamas; Türkçesi "İslami Direniş Hareketi" olan cümlenin baş harflerinin kısaltılmışıdır. Hamas, hem işgale, hem Arap vurdumduymazlığına, hem de yolsuzluğa ve atalete batmış olan Yaser Arafat başkanlığındaki El Fetih yönetimine bir cevap olarak; gücünü halktan alan, İslami ilkelere ve düsturlara gönülden bağlı, özgür Kudüs için Ümmet dayanışmasına inanan bir teşkilat anlayışıyla kurulmuştu. Filistin halkına sağladığı ücretsiz eğitim ve sağlık hizmetleri ve sosyal yardımlaşma faaliyetleri ile işgal altında onurlu bir yaşamın olanaklarını sağladı. Hamas'ın en önemli özelliği; yönetim kadrosunun halkın içinden gelmesi ve geldiği yeri unutmamasıdır. Şeyh Ahmet Yasin ve son Gazze saldırılarında şehit düşen Prof. Dr. Nizar Rayyan buna en güzel örnektir. İslam dünyasında tarifsiz bir sevgi ve saygıya sahip olan Şeyh Ahmet Yasin, ömrünün çoğunu İsrail zindanlarında geçirdikten sonra halkının yanından ayrılmayıp, 22 Mart 2004 tarihinde bir sabah namazı çıkışı, tekerlekli sandalyesinde evine giderken, İsrail füzesi ile şehit edilmiştir. Prof. Dr. Nizar Rayyan da, "halkım bombaların altında direnirken, sığınağa gidip saklanmam" diyerek evini terk etmemiş, direnmiş ve ailesi ile birlikte şehit düşmüştür. Tüm bu anlattıklarımız; Hamas'ın kimyasını ve profilini gösteriyor bize. Tüm bunlar, Hamas'ı Filistin halkının haricinde başka bir örgütmüş gibi göstermeye çalışan ve hatta olumsuzlukların, savaşın, ambargonun onun yüzünden olduğunu iddia eden Siyonist bakış açısına sahip kişilere bir cevaptır aslında.

Allah bize yeter, o ne güzel vekildir…
22 günlük savaş boyunca ekranlardan ne gördük? Gözlerimizin içine baka baka; Kelime-i Şehadet getiren, her türlü acıya rağmen Tekbiri dillerinden düşürmeyen, "Allah bize yeter, o ne güzel vekildir" diyerek acıya göğüs geren, sedyelerde taşınırken inadına ve ısrarla şahadet parmaklarını gösteren erkekleri, kadınları, yiğitleri, şehitleri gördük. Onca kamera varken; Hamas'a öfke kusan, dünyadan medet uman, Arap liderlerini yardıma çağıran, çaresizliklerine isyan eden bir kişiye şahit olduk mu? Tevekkül, azim, sabır, dua, cihat ve şehadet... Şu zaman diliminde, şu coğrafyada bizimle beraber böyle soylu bir halkın da yaşadığını bilmek, sevindiriyor beni. Ümidimi artırıyor. İmanımı tazeliyor.
Ellerinde kalan son vatan toprağını savunmak için canlarını dişlerine takan, tüm dünya tarafından terörist damgası yiyen, kardeş bildiklerince yalnız bırakılan, refiklerince ihanete uğrayan Hamas, Gazze’nin ve Filistin’in tek resmi temsilcisidir. 2006 Ocak ayında yapılan, ABD ve bağımsız gözlemcilerce bölgenin en adil ve demokratik seçimi olarak isimlendirilen bir seçimin haklı galibidir Hamas. Filistinlilerin %60 oranında bir desteğini alan Hamas, Arap devletleri içerisinde demokrasi ile iktidara gelen tek hareket ve partidir. İşte bu yüzden diktatörler, tek adam’lar, krallar, halkından korkanlar, zalim yöneticiler sevmez Hamas’ı. Son savaşta “neden Arap yöneticiler sustu, Filistinlilerin yanında yer almadı” diyenlere cevap budur.

4 Şubat 2009 Çarşamba

Davutoğlu ile 2 saat ya da ateşkesin perde arkası


“Stratejik Derinlik” isimli kitabı ile tanıdığımız ve son 6 yıldır Başbakan Erdoğan’ın başdanışmanlığını yapan Ahmet Davutoğlu’nu dinlemek üzere gazeteciler olarak bir aradayız. Davutoğlu, İsrail ile Hamas arasında söz konusu olan ve 22 günlük İsrail saldırılarını sonlandıran ateşkes anlaşması hakkında bilgilendirmede bulunacak. Kameraman ve foto muhabirlerinin görüntü almasına izin verilmiyor, sadece not tutulabilecek. Türkiye’nin dış politikasına yön veren ekibin başında yer alan Ahmet Davutoğlu’nu dinlemek, hele de herkesin merak ettiği İsrail – Filistin ateşkes anlaşmasının perde arkasına, birinci ağızdan şahit olacak olmak, bir gazeteci olarak bulunmaz bir fırsat.

Savaşın başladığı tarih olan 27 Aralık’tan, ateşkesin sağlandığı 18 Ocak’a kadar, gün gün Türkiye adına neler yapıldığını anlatıyor Davutoğlu. Birçoğu “off the record” yani yazılmamak şartıyla… “Gazze bizim bölgemiz, bizim mahallemiz. Bölgemizde meydana gelen herhangi bir olay, İstanbul ve Ankara sokaklarında yankılanıyorsa bu konu ile aktif olarak ilgilenmemiz gerekir. Olaylara seyirci kalmadık, Ankara’ya takılıp kalmadık. Kahire, Şam, Tel Aviv, New York, Brüksel, Riyad arasında mekik diplomasisi gerçekleştirdik. Sayısız toplantıya katıldık. Nicolas Sarkozy, Hüsnü Mübarek, Javier Solana, Beşar Esad, Mahmud Abbas, Ban Ki-mun, Velid Muallim, Tzipi Livni, Kral Abdullah ile sabahlara kadar ateşkesi müzakere ettik… Başbakan Erdoğan Suriye, Ürdün, Filistin, Mısır ve Suudi Arabistan liderleri ile görüştü. Dışişleri Bakanı Babacan BM’yi harekete geçirmeye çalıştı. Cumhurbaşkanı Gül savaş boyunca dünya liderleri saat başı telefonla görüştü…” Ekranlardan izlediğimiz savaşın arka planında neler yaşandığını dinliyoruz. 22 gün boyunca denizden, havadan ve karadan bombalanan bir şehrin kaderinin kaç ülke, kaç lider, kaç başkent, kaç toplantıya denk geldiğini anlamaya çalışıyoruz. Göz açıp kapayıncaya kadar 1300’ün üzerinde Gazze’linin hayatını kaybettiği bir savaşta, diplomatik uğraşların neden bu kadar zaman aldığının cevabını bulmaya çalışıyoruz.

Türkiye'nin bölgedeki çekişmelerin bir parçası haline gelmek istemediğine özellikle vurgu yapıyor Davutoğlu; “Türkiye, bugün bütün ülkelere aynı derecede yakın. Bunun bilinmesinde fayda var. Dolayısıyla, bu bölgeyi kuşatan platformlara da öncülük etmeye çalışıyoruz. Bunu yapabilmek için de bütün ülkelerle yakın ilişki içinde olmaya gayret sarf ediyoruz.” Daha düne kadar Ortadoğu sorununa çözüm bulma konusunda akla dahi getirilmeyen Türkiye, şimdilerde akıldan çıkarılmıyor. Şarm el Şeyh’de ve Doha’da yapılan barış görüşmelerinin ikisine de katılan tek ülke biziz. “Proaktif Diplomasi” olarak isimlendiriyor bunu Davutuoğlu. Barış ve sükûnun her şeyden önce geldiğine dikkat çeken Davutuoğlu, ateşkes sağlansın diye dur durak bilmeden 7 gün boyunca tek takım elbise, 2 gömlekle dolaştıklarını anlatıyor.

Hamas dikkate alınmadan bölgede bir barışın söz konusu olamayacağının özellikle altını çiziyor; “Hamas'ın 2006'daki seçimlere girmesine izin verildi fakat seçimleri Hamas kazanınca kabul edilmedi. Bu seçimler, bölgede şu ana kadar yapılan en adil, en objektif seçimdi ama dünya, burada ilkesel bir hataya düştü. Hamas dışlandı. Biz, Hamas'ın demokratik zemine çekilmesi ve barış konusunda siyasal aktör olarak kabul görmesi için elimizden geleni yaptık. Seçimleri kazanmasından 2 hafta sonra ülkemize davet ettik. Ortadoğu'da barış isteniyorsa; Hamas ve Hamas’ın talepleri ciddiye alınmalıdır.” Adeta ateşkes anlaşması ile Hamas’ın tanınmak zorunda kaldığına vurgu yapıyor. “Zamanında Hamas’ı muhatap kabul etmediler, şimdi ona muhtaçlar” der gibi bir hava seziliyor cümlelerinden. Peki, ateşkesi Hamas’ın bozduğuna dair söylentiler için ne diyor acaba Davutoğlu?
“İşgal eden tarafa “işgali bitir!” demeden, direnen tarafa “direnişi bırak!” diyemezsiniz, Hamas demokrasiyi tercih etti, karşılığında ambargo buldu, duvar buldu. Ateşkes boyunca 40 Filistinlinin ölümünü buldu…” İfadesini kullanıyor. Dünyanın duymazdan geldiği, İsrail propagandasına boğulan kamuoyuna anlatılmayan gerçekleri, ilk elden duyuyoruz.

Barış görüşmelerinde aktif rol alan Türkiye, ne hikmetse kendi medyasında böyle bir görünürlüğe sahip değil. Bunu Davutoğlu; “Sürecin başarılı olması için çalıştık, ön plana çıkmak için değil” diye cevaplıyor. Hamas’ın Mısırla, Mısır’ın Suriye ile, Hamas’ın Mahmut Abbas yönetimiyle görüşmesinde aracı hep Türkiye olmuş. Hamas’ın da, İsrail’in de arabulucu olarak Türkiye’yi görmek istediğini aktaran Davutoğlu, barış görüşmelerinde herkesin Türkiye'ye güvendiğine, çünkü Türkiye’nin, görüşmelerdeki gizliliğe önem verdiğine ve bu tür süreçlerde de gizlilik ilkesinin çok önemli olduğuna dikkat çekiyor.

22 günün sonunda nihayet ateşkes sağlandı. Peki, bundan sonra ne olacak diye soruyoruz. Kalıcı bir barışın tesis edilebilmesi için 4 maddelik bir plan sunacaklarını belirtiyor.
1-İsrail Gazze’den çekilmelidir.
2-Ambargo tamamen kaldırılmalıdır.
3-Sınır kapıları insani yardımlar için açılmalıdır.
4-Hamas ile Mahmut Abbas yönetimi arasında “ulusal uzlaşı” çalışmaları hemen başlatılmalıdır.

Ahmet Davutoğlu’nu dinlerken bir yandan da düşünüyorum; İsrail 27 Aralık’ta savaşı başlatırken, böyle bir direnişi ve sonucu hayal bile etmiyordu. ‘Hedef, muhatap bile almadığı Hamas’ı yok etmekti!’ ama şimdi? Mahmut Abbas yönetiminin ne kadar aciz olduğu ve Filistin halkının gerçek temsilcisinin yalnızca Hamas olduğu gerçeği öğrenilmiş oldu. Daha önceden sadece Gazze’de söz sahibi olan Hamas, şimdi tüm Filistin’de ve yakın bir zamanda da bölgede hâkim bir güç olacağa benziyor.

29 Ocak 2009 Perşembe

Her eylem yeniden diriltir beni



İsrail Konsolosluğu önüne gitmek için işten çıkıp yola koyuluyorum. Amacım; günlerdir devam eden abluka eylemine destek vermek. Kafamda bin bir türlü düşünce var: Bu soğukta kimse var mıdır acaba? Nasıl bir atmosfer bekliyor beni? Taksim’den metroya biniyor ve Levent durağında iniyorum. Heyecanlı ve hızlı adımlarla merdivenleri tırmanıyor ve dışarı çıkıyorum. Yüzümü yalayan soğukla, daha bir sokuluyorum kabanıma. Aynı anda gözüme; Filistin bayrakları, Filistin kefiyeleri, Filistin atkıları, Filistin şapkaları satan seyyar satıcılar çarpıyor. Yol boyu dizilen onlarca satıcı, gelip geçenlere Filistin’i hatırlatan ne varsa gösterme derdinde. Yanından geçtiklerime “hayırlı işler” diliyorum. İlikleri donduran bir soğuk hüküm sürüyor İstanbul’da. Saatime bakıyorum: 21:40
Yanımdan yöremden ellerinde Filistin bayrağı, boyunlarında Filistin kefiyeleri olan kişiler geçiyor. Kimi oğlunun / kızının elinden tutmuş, kimi arkadaşlarıyla, kimi eşiyle düşmüş yollara, konsolosluğa doğru emin adımlarla yürüyorlar. Her duran İETT otobüsünden onlarca Filistinli iniyor. Her birinin heyecanı yüzünden okunuyor. Bir şeye geç kalmışlığın verdiği aceleyle yürüyorlar. Uzaktan bir marş çalınıyor kulağıma, Ahmet Yasin’e methiyeler dizen Arapça nameleri duyuyorum. Yol kenarına sıra sıra arabalar park ediyor; içlerinden ailecek Filistinliler iniyor. İsrail’in ağır bombardımanından vakit bulanlar, soluğu İstanbul’da alıyor. Çoluk çocuk, genç yaşlı, kadın erkek onlarca, yüzlerce Filistinlinin arasına karışıyorum ben de. Soğuk, daha bir hissettiriyor kendini, ben ağır ağır ağlıyorum…

Tkp'liler gün boyu insanlık nöbetindeler

“Filistinli kardeşlerimiz için yardım edelim” diyor bir genç, elinde ihh’nın kumbarası. Orta yaşlarda bir kadın, evinde hazırladığı yiyecekleri ikram ediyor gelene geçene; “Filistin’e yardım edin lütfen” diyerek. “Filistin bayrağı verelim ağabey” diyor bir diğeri. Köfteciler, gözlemeciler, simitçiler aç gelenleri doyurma telaşında. İsrail Konsolosluğu’na yaklaştıkça, daha bir Filistin’e dönüyor her yer. Marşların sesi daha bir gür çıkıyor. Bayraklar daha bir aşkla dalgalanıyor ellerde. Kalabalığın arasına girmeden, dışardan bakmak istiyorum herkese. Az ilerde gün boyu “insanlık nöbeti” tutan kızlı erkekli TKP’liler. Bir tenekenin içinde yaktıkları ateşle ısınıyorlar. Ellerindeki parti bayraklarını hiç ara vermeden sallıyorlar, “biz de buradayız” dercesine… Konsolosluk yolunu polis ekipleri barikatlarla kapamış. Kimseye geçiş izni vermiyor. Polislerin hemen önlerinde ise HAMAS flamaları ile asker ciddiyeti içerisinde duranlar dikkatimi çekiyor. Gazze cephesinden henüz gelmiş gibi bekliyorlar, biraz sonra geri döneceklermiş gibi bakıyorlar etrafa. Hepsi beyaz kefenler içerisinde. “Zafere bir adım kaldı” diyor bakışları.

Kadınlar bir tarafa toplanmış. Gazze’de ölen her çocuğun annesi onlar. Dinmeyen bir acı ve öfkeye sahipler. Öfkeyle İsrail’e lanet okuyorlar. Ana yüreğinin bedduasını alıyor İsrail. Bıraksalar, Tel Aviv’e kadar gidecekler. Yolun hemen karşısında, bir kız çocuğu babasının bacaklarının dibinde, boyundan büyük bir Filistin bayrağını sımsıkı tutmuş sallıyor. Gazze’de cennete kanat çırpan yaşıtlarına, İstanbul’dan selam yolluyor. Burnu soğuktan kıpkırmızı olmuş, ama o aldırmıyor hiç bir şeye. Hemen yanı başında yaşlı bir amca, dudakları kıpır kıpır; dua okuyor. Slogan ata ata bir grup geliyor arkalardan; “Genç Fenerbahçeliler söz verdi, Filistin senin özgürlüğün için…” diye bağırıyorlar hep bir ağızdan. Takımları için söyledikleri marşları, Filistin için yeni baştan düzenlemişler. Birden hareketleniyor kalabalık. Biri “Tekbir!” diye bağırıyor. Bir baştan bir başa Gazze dalgalanıyor. Biri “Tekbir!” diye bağırıyor, bir baştan bir başa İstanbul sarsılıyor. Biri “Tekbir!” diye bağırıyor, Tel Aviv korkuyla içine kapanıyor. Biri “Tekbir!” diye bağırıyor, sanki Kudüs kırıyor zincirlerini. “Allahuekber! Ümmet buraya toplanmış” diyorum, gözyaşlarımı kimse fark etmiyor.

Herkes beyaz kefenler içerisinde

Her geçen dakika, kalabalığın sayısı daha bir artıyor. Herkes bembeyaz kefenler içerisinde. Gazze’de şehit düşenleri temsilcileri olarak buradalar sanki. Saatime bakıyorum; 22:05 Kur’an-ı Kerim okunmaya başlıyor. Kalabalıktan çıt çıkmıyor. Kim okuyor bilmiyorum ama önce sesi titriyor, ardından boğazı düğümleniyor… Kalabalıktan hıçkırık sesleri duyuluyor. İlk defa nazil oluyormuş gibi dinleniyor ayetler. Az ilerde polisler, bu tarafta biz. Soğuktan daha bir sokuluyorum kabanıma.
Şeyh Ahmet Yasin’in, Hasan Nasrallah’ın, İsmail Haniye’nin posterleri taşınıyor ellerde. Kürsü olarak kullanılan yüksek bir masaya çıkıyor biri. Eline mikrofonu alıyor ve besmele çekerek konuşmasına başlıyor. Nurettin Şirin bu… Ömrünün 8 yılını “Özgür Kudüs” için hibe eden adam. “Kadınıyla erkeğiyle, genciyle yaşlısıyla tek yürek ve tek beden olarak beyaz kefenlere bürünüp buraya geldik. Siyonist düşman karşısında Gazze'nin savunulması uğruna feda olmaya hazır olduğumuzu haykırmaya, dosta düşmana bunu göstermeye geldik.” Diye konuşuyor. Konuşması sık sık sloganlarla kesiliyor. “Kardeşlerim… Kardeşlerim! bir konuşmamı bitireyim, hep birlikte slogan atacağız” diyor, ama kalabalık susmuyor. Daha bir gür sesle yankılanıyor sloganlar. Dayanamıyor, Şirin de katılıyor koroya: “Hamas’a selam, direnişe devam!” “Hamas burada, Siyonistler nerede!” Zorlukla tamamlıyor konuşmasını. Müjdeli haberler veriyor. O gün içerisinde öldürülen İsrail askerlerinin sayısını veriyor. Kalabalık “Allahuekber” diye çağlıyor. Atılan her Katyuşa roketinin nerelere düştüğünü söylüyor. Kalabalık “Allahuekber” diye çağlıyor… Sesi kısılan Nurettin Şirin, mikrofonu, yüz akımız İHH’nın emektar başkanı Bülent Yıldırım’a bırakıyor. “Kardeşlerim! Komutan Halid Meş’al’in yanından, Şam’dan yeni geldim. Hepinize selamı var!” diye başlıyor konuşmasına. Kocaman bir Vealeykumselam havalanıyor İstanbul’dan. Önce Gazze’ye, ardından Şam’a ulaşıyor. “Sizler bıkmadan usanmadan böyle bir araya geldiğiniz sürece, biz zafere emin adımlarla gideceğiz. Gazze’nin direnişi ümmetin direnişidir. Biz kazanırsak ümmet kazanacak, biz kaybedersek ümmet kaybeder diyor Halid Meş’al” diye anlatıyor Yıldırım. Kalabalık daha bir coşuyor. Sloganların ardı arkası kesilmiyor. Kalabalığın farklı yerlerinden alevler yükseliyor, İsrail bayrakları birer birer ateşe veriliyor. “Hepimiz Filistinliyiz” diye haykırıyor kalabalık. Ay yıldızlı bir Filistin bayrağına takılıyor gözüm. Bayrağın kırmızı şeridi üzerine ay yıldız işlenmiş. Şaşırıyorum. “Nerden buldunuz? Bunu” diye soruyorum. “Özel yaptırdık” diyor. Bayrak hoşuma gidiyor. “Filistin Meclisi yasa çıkarıp; yeni bayrağımız bu olsun derse” diyorum. “Bundan daha doğal ne olabilir ki; oralar daha düne kadar Osmanlı toprağıydı ağabey” diyor adam. Gülüyorum.

Artık her siyonist hedeftir
Ana yolun kenarına geçiyorum. Saatime bakıyorum 22:50 Hiç gidesim yok, fakat yolum uzun. Tanıdık bir yüz arıyorum, arabası olan. Biraz daha kalmak için planlar kuruyorum. Göz alabildiğine her yer Filistinli kaynıyor. Yolun sonuna doğru bakıyorum; akın akın insanlar konsolosluk ablukasına destek vermeye geliyor. “Küresel İntifada”nın ete kemiğe bürünmüş hali. Bir bardak çay alıyorum seyyar çaycıdan. İçimi ısıtıyorum. Hava o kadar soğuk ki; ayaklarımı hissetmiyorum bile. Filistin kefiyeli iki genç yol duvarına; “Artık her Siyonist hedeftir” yazısını yazıyor. Az ilerisine; “istikbal İslam’ındır” cümlesini nakşediyor. Tebessümle izliyorum. Zaman ilerledikçe kalabalık daha bir artıyor, yola taşıyor. Trafik aksıyor. Araçların camlarını açıp el sallıyor yoldan geçenler. Kimisi Filistin bayrağını sallıyor açık camından. Korna sesleri hiç susmuyor. Her yer ışıl ışıl. Her yaştan insan heyecanla dahil oluyor eyleme. Saatime bakıyorum: 23:15 çaresiz adımlarla kalabalıktan ayrılıyorum. Yolun sol tarafından akın akın insanlar geliyor. Bebekler görüyorum. Filistin sıcağına sarılmış. Soğuğa aldırmıyor hiç birisi. Az ilerden bir grup genç, slogan ata ata yürüyor. Metroya iniyorum. Eylem sabah saatlerine kadar sürecek. Özgür Filistin kurulana kadar da devam edecek. Kardeşlerini soğuğa rağmen yalnız bırakmayan insanların olmasına seviniyorum. “Yarın, yine aynı saatte buraya geleceğim.” diye söz veriyorum kendime. Dudaklarımda Mehmet Akif İnan’ın ölümsüz mısraları: Her eylem yeniden diriltir beni / Nehirler düşlerim göl kenarında.”