29 Mayıs 2008 Perşembe

Şiirin yumruğu niye inmiyor kafamıza?


Mazlumder’in sanki yıllardır düzenlemesi beklenen ve nihayet geçtiğimiz gece FKM’de hayat bulan “özgürlüğe adanmış şiirler” gecesi yoğun bir katılımla gerçekleşti. Hem şairler hem davetliler mazlumder’in böyle bir etkinliği sahiplenmesini canı- gönülden desteklemiş oldular. Sanırım gelecek senelerde bu etkinlik geleneksel bir hal alacak...
Buraya kadar ki kısım yazıya ısınmayı temsil eden bir girizgâhtı. Geceye geç kalmanın vermiş olduğu bir ruh hali katıldım ve hemen salonun manevi atmosferine dahil oluverdim. Aslında bu etkinliğe katılmamı zorunlu kılan en önemli ayrıntılardan biri; dostum Cesur Küçük’ün ısrarı ve cemaat.com’da geceyle ilgili yapılan; “Özgürlüğe adanmış şairleri de görmek isteriz...” temennisine içten katılmamdır. Zaten gecede Nurettin Durman’ın, bu sözü üzerine alındığını ve üzüldüğünü söylemesi ardından Tarık Tufan’ın -bence gereksiz- bir geri çekilmeyle; “bu yorumun ciddiye alınmaması gerektiği zira sanal âlemde şizofren kişiliklerin haddinden fazla olduğunu” söylemesi bahsedilen sözün ne kadar ağır ve yerine ulaşmada ivedi olduğunu göstermiş oldu. Geceye şiir okumaları için davet edilen şairler birer birer sahneye çıkıp şiirlerini okudular. Etkinliği Mazlumder düzenliyor ve ismi de “özgürlüğe adanmış şiirler” olunca insan farklı beklentiler içine giriyor. Bu ruh haliyle şairleri dinlerken ister istemez defterime şu notları düşüyorum: “kendi şiirini ezberleme zahmetine girmeyen ve şiirini tok bir sesle okuyamayan insandan özgürlüğe adanmış şiirler çıkmaz...”

Eğer bir yerde İslami bilinçten ve duyarlılıktan bahsedilecekse, bunun sanat tarafının da mutlaka ihata edilmesi zorunludur. Yakın Geçmişe baktığımızda; Mehmet Akif Ersoy, Necip Fazıl Kısakürek, Sezai Karakoç, Cahit Zarifoğlu’nun bin bir zorlukla ve umutla açtıkları ve binlerce kişinin coşku, umut ve inanç içerisinde geçtiği bir büyük yoldan bahsedebiliriz. Şüphesiz bu yolun açılmasında şiirin etkisi büyüktür. Hatta tek başına bir etkiden bile bahsedilebilir. Duyarlılık şiirle başlayınca şiir gibi bir hayat, şiir gibi düşünce, şiir gibi bir dava şuuru da kaçınılmaz olmaktadır. Zira şiirin etkisini göz ardı ettiğimiz zaman geri dönülmez bir kaybedişe kapı aralamış oluruz. İşte tam bu noktada şunu söylemeyi bir görev biliyorum; Hakan Albayrak’ın bir düşünce ve eylem adamı olarak yüreğimizi ve dimağımızı kamçılaması, o parça tesiri yüksek şiirleri ile olmuştur. Kısa ama yoğun şiirleri ile kendimize gelmiş, kendimizden geçmişizdir; “Allah-u Ekber diyen adam, kerbela sevgilim, orada bir savaş var içimde, ben denize hala inanıyorum... Kocaman ciltli kitapların kafamıza vura vura yapamayacağı bir şeyi yaptı. İşte bu yüzden şiiri önemsiyorum. İşte bu yüzden “özgürlüğe adanmış şiirler”in olması gerektiğine ve dahi “özgürlüğe adanmış şairler”in kolumuza girip bizi kaldırıp götürmesini vazgeçilmez buluyorum. Şairlerdir; kendileri ile beraber olanları ve kendilerinden sonra gelenleri ayağa kaldıranlar. Şiir öyle bir nüfuz eder ki ciğere, aradan 40 yıl da geçse hiç bir kuvvet onu oradan söküp atamaz. Mıh gibi çiviler ne söylemek istiyorsa ve o sapa sağlam durur.

İliklerimize kadar işlemiş ve katı olan her şeyin buharlaştığı şu liberal zamanlarda şiirin bize kılavuzluk etmesini önemsiyorum. Şiirin bizi afallatmasını, tokatlamasını ve kolumuzdan tutup kaldırmasını önemsiyorum. Ya bir yol açıp gidecek şiir ya da sesi ve soluğu kesilip unutulacak. Şairlerimiz unutulacak şiirler yazıyor ne yazık ki... Ya şairlerimiz olayın ciddiyetini kavrayamadı ya da şiir bir eski zaman şarkısı gibi usulca unutulmayı tercih etti. Yeniden bismillah diyebilmek; yeniden bismillah diyebilmiş şairlerin şiirleri ile olur. Ben buna inanıyorum ve işte tamda bu sebepten; “Gün doğmadan” hazır ve nazır olmayı önemsiyor ve
“Her şey rüzgâra bakıyor ağabey,
Bakma esrar çekip mayıştıklarına,
Bir gün var ya bu mağripli çocuklar
Bir gün yakacaklar Paris'i...” şiirini umudun amentüsü olarak okuyorum. Mütemadiyen... Mütemadiyen... Mütemadiyen...